Gökhan Sayın
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Giriş
Hakim, hiç bir kamu görevlisine tanınmamış yetkilerle donatılmış kişidir. O, devletin, toplumun yargı gücünü elinde bulunduran, bireyin tüm hak ve özgürlükleri üzerine son sözü söyleyen kişi olarak hemcinsini yargılamaktadır. Bir yanda devlet gücünü, otoritesini elinde bulunduran kişi yani hakim varken, diğer yanda elinde soyut olarak “adil yargılanma hakkından başka gücü olmayan” hak arayan kişi veya kişiler bulunmaktadır.
. . . Elinden değirmenini almaya kalkan krala karşı, ihtiyar değirmenciye “…Berlin’de hakimler var” sözünü söyleten güç, hakimlerin ve yargının yansızlığına karşı duyulan güvendir. Ülkemizde, son senelerde, yargıya karşı giderek artan ve kamuoyu araştırmalarıyla da ortaya çıkan güvensizliğin en önemli nedenlerinden biri yargıda yansızlık kavramının aşınmaya uğramasıdır.
Soyut bir kavram olarak yansızlığın, her konumdaki sorunlara yanıt verecek biçimde tanımının yapılması olanağı yoktur. Ancak yansızlık kavramını öznel (subjektif) ve nesnel (objektif) açıdan ele alarak amaca ulaşmak olanaklıdır. Öznel (subjektif) yansızlık, hakimin, kişisel yansızlığıdır. Daha geniş anlatımla “yargılamayı, kişinin ya da kişilerin yararına, çıkarına ya da zararına olarak önyargılı” yapmamasıdır. Öznel yansızlık tersi kanıtlayıncaya kadar varsayılır. Ancak kanıtlanmasının zorluğu ve sonuçlarının ortaya koyduğu değer yargıları nedeniyle uygulamada sık görülen bir durum değildir.
Nesnel (objektif) yansızlık; hakimin ya da yargının topluma, yargılananlara verdiği görünümle değerlendirilir. Demokratik bir toplumda mahkemelerin kişiye vereceği güven duygusu önemlidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, pek çok kararında “adaletin yerine getirilmesi yeterli değildir, aynı zamanda yerine getirildiğinin özellikle yargılananlarca görülmesi gerekir” yerleşmiş öz değişine yer vererek, yansızlığın nesnel açıdan önemi ve dışlanmazlığını ortaya koymuştur.
Diğer yandan, ülkemiz açısından da bir iç hukuk kuralı durumuna gelmiş bulunan İnsan Hakları Avrupa Sözlemesi’ nin 6. maddesi bireyin “yansız bir yargı önünde yargılanmasını” bir insanlık (kişilik) hakkı olarak kabul etmiştir. Bu nedenle yansızlık ilkesinin ağır ve açık bir biçimde çiğneyen hakim hakkında manevi tazminat davası açılmasının olanaklı olduğu da (zor olsa da) unutulmamalıdır. (HUMK. m. 573vd.- Borçlar K.m. 49.- MK.m. 24). . . [1]
Hakimlik bir meslek memurluğu olup, derece memurluğu değildir. Bu nedenle ancak kurallara uygun bir şekilde yapılan atama ile mesleğe girebilirler ve “Hakim” sıfatını kazanırlar. 1982 Anayasamızın 140. maddesinin başlığı “Hakimlik ve Savcılık Mesleği”dir. Aynı maddenin ikinci fıkrası “Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler” demektedir.
Hakimler bağımsızdırlar; hiç bir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Bu durum yargının bağımsızlığının bir sonucudur. Adalet ancak bağımsız ve yeterli bilgi birikimine sahip insanlar eliyle dağıtılabilir. Aksi bir durum adaletten söz edilemeyecek bir ortamı doğurur.
Aynı şekilde hakimler teminat altındadır. Bu teminat hakimlerin 65 yaşından önce kendileri istemedikçe emekli edilemeyeceklerini, azlolunamayacaklarını, bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun bırakılamayacaklarını ifade eder. Ayrıca işledikleri suçlarda yargılama usullerinin farklılığını ve bunun güvencesini de ifade etmektedir. Yine hakimler rızaları dışında Adalet Bakanlığı Merkez Kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılamazlar. (AY m.140)
Kamu hizmetlerinin işleyişine hakim olan ilkelerden biri de disiplindir. Kamu fonksiyonunu ifa edenler, bu fonksiyonun gerektirdiği şekilde hareket etmek, bunu zamanında ve fonksiyonun sınırları içinde kalmak sureti ile yerine getirmek zorundadırlar. [2]
Diğer bütün kamu personeli gibi hakim ve savcılar da gerek idari gerekse yargısal görevleri nedeniyle verdikleri zararlardan sorumludurlar. Demokratik bir toplumda mutlak sorumsuzluk olamayacağından mevzuatımızda hakim ve savcıların sorumlulukları ile ilgili düzenlemelere yer verilmiş olması doğaldır.
Hakim ve savcıların hem idari hem de yargısal görevleri bulunmaktadır. İdari görevlerini yaparlarken üçüncü kişilere verdikleri zararlardan dolayı sorumlulukları diğer kamu görevlileri gibidir. Bu bağlamda Anayasanın 40, 125 ve 129’uncu maddeleri ile 657 sayılı yasanın 13’üncü maddesi gereğince, kişiler hakim ve savcıların idari faaliyetleri dolayısıyla uğradıkları zararlar için hakim ve savcı aleyhine değil idare (Adalet Bakanlığı) aleyhine dava açılabilirler.
Hakim ve savcıların yargısal görevleri nedeniyle verdikleri zararlar için ise bizzat hakim muhatap gösterilerek tazminat davası açılabilir. Ancak, hakimin her yargısal faaliyeti dava konusu yapılamaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573’üncü maddesinde sayılan hallerde dava açılması mümkündür. [3]
Hakimin sorumluluğu açısından tarihe bir göz atacak olursak, farklı dönemlerde farklı uygulamaların olduğunu gözlemleriz.
Yabancı Hukuk Sistemleri
1-Roma Hukuku: Roma Hukukunun ilk dönemlerinde geçerli olan Legis Actiolar usulüne göre devamlı vazife gören hakimler yoktu. İhtilaf halinde davayı çözmek üzere müşterek bir karar ile asil bir kimse hakem olarak tayin edilir, bunun vereceği hükme karşı istinaf ve temyiz sözkonusu olamaz, hükmün yerine getirilmesi, lehine hüküm verilen tarafın kuvvet ve kudretine bağlı olurdu. Hakimlik şerefli, ücretsiz ancak sorumluluk gerektiren bir işti, seçilen kişi davayı görmekten kaçınabilirdi. Oniki Levha Kanunu devlet hizmetinde bulunan Magistraların görevlerini ihmal etmelerini suç saymıştır.
2-Moğol Hukuku: Moğolistan için çıkarılmış Çin Kanunlarına göre adalet işleri ile yönetim aynı kişilerin elindeydi. Mahkemeler üç dereceli idi. İlk iki derece tek üçüncüsü üç hakimli idi. İlk iki derecedeki mahkemeye başvurmadan doğrudan üçüncüye müracaat edenler cezalandırılırdı.
İkinci derece mahkeme, birincinin verdiği kararı tasdik ederse, müracaat eden cezalandırılırdı.
Üçüncü derecedeki mahkeme hüküm vermez, ya kanun yoluna başvuruyu reddeder, ya da davanın yeniden birinci veya ikinci mahkemede görülüp görülmemesi konusunda bir rapor verirdi. Bu takdir, ilk iki derecede görev yapan hakimlerin (görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle) cezalandırılmaları anlamına gelirdi.
3-İngiltere : Davaların gecikmesi, yargılamanın uzaması yeni bir olay değildir. Magna Carta’da; “to no one will we sell to no one will we deny or delay right or justice” yani; hak ve adaletin yerine getirilmesi geciktirilmiyecek, tehir edilmiyecektir. İngiliz ve Amerikan mahkemelerinin çoğunun mührüne bu ifade kazanmış ama yine de Shakespeare’in eserlerinde, adaletin gecikmesi alaylı ifadelerle tenkit edilmiştir.
4-İtalya:İtalyan CK’da m.231 gibi adliye memurları için özel hüküm bulunmadığı söylense de eski (1889 tarihli) ceza kanununun 178/2. maddesi TCK m.231. muadilidir. Yeni İtalyan CK m.328/2’de bizdeki m.231’in karşılığı yani hakimin görevi ihmal suçunu düzenlemektedir.
5-ABD: Amerika’da Federe Devlet yargıçları genellikle seçimle, federal yargıçlar ise genellikle Senatonun onayı ve Başkanın ataması ile göreve gelirler. Hakimin azlinde yasama meclisinin başvurusu, halk oyuna sunulması vb. sistemler mevcuttur.
6-Almanya: Alman CK (StGB)’da suçsuz bir kimseyi kovuşturma suçu (§ 344) düzenlenmiş, ancak hakimin görevi ihmal suçu düzenlenmemiştir. Planlanmış suçu ihbar etmeme suçu ise herkes tarafından işlenebilen gerçek ihmali suçlardandır.
7-Mısır: 1937 Mısır Ceza Kanununun 122. maddesine göre, Hakimin görevi ihmal suçuna azil ve 200 cüneyhe kadar para cezası öngörülmüştür. Mezkur maddeye göre suçun unsurları, hakimin görevini yapmaması (hüküm vermekten kaçınması) veya geciktirmesi (şartları mevcut olmasına rağmen yargılamaya ara vererek uzatması)dır.
8-İsviçre : Sadece Waadt ve Fribourg kantonlarında hakimler için özel sorumluluk hali düzenlenmiş, diğer kantonlarda hakimlerin sorumluluğu diğer memurların sorumluluğunu düzenleyen genel hükümlere bırakılmıştır.
Türklerin tarihinde ise, İslam öncesi Türklerde hakimlik itibarlı mesleklerden biriydi. Yargılama genellikle süratli yapılır, suçlu bulunan kimseler derhal cezalandırılırdı. Hunlarda yargılama on günden fazla sürmezdi.
İslamiyet döneminde, yargı fonksiyonunun en temel unsuru hakimdir. Hakimin görevi ihmali (ve adaleti geciktirmesi) hukuka olan güveni sarsar. Bu durum büyük bir mefsedettir. Bu sebeple adaletin geciktirilmesi başlı başına zulüm hakim bakımından suç ve haksız fiil teşkil eder. Bir zarara sebebiyet vermişse tazminden hakim sorumlu tutulur.
Ancak hakimin takdir hatası görev kusuru olup, bunun zararından sorumlu tutulmaz. Hakimin görevi ihmali de, kesinleşmiş mahkeme hükmünü (ilam) yerine getirmemek de infazdan sorumlu memur için tazir nevinden bir ceza ile memurluktan çıkarılma (azil) cezasını gerektiren suçlardır.
Osmanlı’da hakimlerin, naipler ve muhzırlar üzerindeki denetim görevini ihmalleri sonucu rüşvet vb. yolsuzluklara , bazı davalarda davacı hazır olmasına rağmen bir takım açık gözlerin vekil sıfatıyla davayı üzerlerine almaları ile haksız menfaat kazanmalarına sebebiyet vermesi, davacıyı çağırıp geçerli bir mazereti olmadan dava vekili tayin edenleri Beylerbeyine bildirmemesi suç olarak kabul edilip Beylerbeyince hapse konulması ve durumlarının Padişaha bildirilmesi öngörülmüştür.
Örfi Hukuk gereği azledilmeleri, şer’i hukuk gereği tazir cezasına çarptırılmaları gereken ve Ulema sınıfından olan hakimlerin imtiyaz sahibi olmaları nedeniyle ihtar (tevbih) dan fazla bir şey yapılamayacağı söylenmiş ise de, daha ağır bir ceza ile cezalandırılmak üzere tutuklandıklarını da görüyoruz. Osmanlılarda şikayet edilen kadılar hakkında tahkikat açılmış, suçu sabit görülenler cezalandırılmışlardır. Karar verirken fetvalara itibar etmeyen ve uygun davranmayan hakim de azle müstahak olur. [2]
Şimdi bütün bu bilgilerin ışığında hakimin sorumluluğu konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca verilmiş örnek bir kararı incelemek istiyoruz.
Örnek Yargıtay Kararı
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E. Bidayet 1986/1 K. 1987/1
T. 14.1.1987
‘ YARGITAY ÜYELERİNİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
‘ ASLİYE HUKUK HÂKİMİNİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
‘ GÖREV
ÖZET : Usulen görevli mercice görevle ilgili suçtan cezasal sorumluluk yönünden bir karar verilmeden Yargıtay Üyeleri hakkında Hukuk Genel Kıırulu’nda açılan tazminat davası görülemez.
Asliye Hukuk Hâkimleri hakkında görevlerinden doğan tazminat davalarına bakmak Hukuk Genel Kurulu’nun görevi dışındadır.
[2797 s. Yargıtay K. m. 13/2, 15/3) (1086 s. HUMK. m. 575/2)
Davacı, davalıların verdikleri kararlarla kasıtlı davrandıklarını iddia ile tazminata hükmedilmesini istemiştir.
I) Yargıtay Başkan ve Üyeleri hakkındaki tazminat davası :
Genel olarak kamu hizmetlerinin ifasından dolayı kamu tüzel kişilerinin sorumlulukları hizmet kusuruna, ajanlarınki ise, onların kişisel kusurlarına tâbi tutulmuştur. Hâkimlerin Anayasa teminatı (madde : 138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı idare hukukunda Devletin ajanların faaliyetlerinden sorumluluğunu tayin eden hizmet kusuru ölçüsünün hâkimler yönünden uygulanmasına olanak vermez. Türk pozitif hukuku ilke olarak yargı fonksiyonunun ifa edilmesi dolayısıyla devletin sorumlu tutulamayacağı esasını benimsemiştir.
Hâkimlerin kişisel sorumluluğunda yargı yetkisinin özellikleri özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira yargı görevinin bağımsızlık ve tarâfsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten hâkimlerin diğer Devlet memurlarının tâbi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları yaptıkları her işlemin aleyhlerine bir tazminat davasına yol açacağını düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir. Şu hususta belirtilmelidir ki, adaletin gerçekleşmesi hâkim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Hâkimlerin verdikleri kararlardan dolayı ilke olarak sorumlu tutulamayacakları esas olmakla beraber Ceza Hukuku açısından sorumlu olan hâkimlerin hukuki sorumluluklarının benimsenmesi de hukuk mantığının doğal sonucudur.
Ancak, hâkimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur. Gelişi güzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuz bu düşüncelerin ışığı altında hâkimin bağımsızlığı kadar tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tesbitini özel bir usule tabi tutmuştur.
Hâkimlerin sorumluluğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ilâ 576. maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında Usulün az önce sözü edilen maddelerine değinilerek aynen şöyle denilmiştir : “…Kanun bu gibi davalarda dava sebeplerini tahdit etmiş, görevli mercileri özel suretle belirtmiş, dava sabit olmadığı takdirde davacının para cezası ve tazminat ile sorumlu tutulmasını emretmiştir. Bu hükümler hâkimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla yasaya konulmuştur. Gerçekten hâkimlerin hukuki sorumlulukları nedenine dayanan davalar özel usûl ve müeyyidelere bağlanmadığı takdirde ilgililerce kötüye kullanılarak hâkim hakkında red sebepleri ihdas edilmesi kolaylaşacak, mahkemelerin gereği gibi çalışmasına ve adaletin selametle dağıtılmasına halel gelebilecektir. Bu itibarla söz konusu özel hükümler hem meydana gelecek zararlı durumu düzeltip tamir etmek hem de haksız davaları önlemek amacıyla kabul edilmiştir. Davalı hâkimin sonradan ölmüş bulunması davanın bu nitelik ve özelliklerini değiştirmez.”
Yargıtay Üyelerinin de geniş anlamı ile ve genel olarak “hâkim” kavramının kapsamına girdiğinde tereddüt olunamaz. Yukarıda hâkimlerin hukuki sorumlulukları açısından değinilen genel esasların Yargıtay Üyeleri için de geçerli olduğu ve diğer Devlet Memurlarının tâbi oldukları görevden sorumluluk hakkındaki genel kurallara tâbi tutulamayacakları tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ohalde Yargıtay Üyelerinin de yasalarla belirlenen sınırlı hallerde görevlerinden dolayı hukuken sorumlu olduklarının kabulü gerekir.
2797 sayılı Yargıtay Kanununun 13/2. maddesi Yargıtay Üyeleri aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına bakmayı Yargıtay’ın görevleri arasında saymış, aynı Kanunun 15/3. maddesi de Yargıtay Üyeleri hakkındaki davalara Hukuk ve Ceza Genel Kurullarında bakılacağını öngörmüştür. Yargıtay Kanunu bu hükümlerle Yargıtay Üyeleri hakkındaki davalara bakacak mercii göstermiş ancak onların hangi hallerde sorumlu tutulacaklarını özel olarak tesbit etmemiş ve diğer hâkimler hakkındaki kurallara da gönderme yapmamıştır.
Bu konuda bidayet mahkemesi hâkimleri hakkında düzenlemede bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ve müteakip maddelerindeki sorumluluk hallerinin Yargıtay Üyeleri hakkında uygulanıp uygulanılamayacağı incelenmelidir. Bu maddelerde Yargıtay Üyelerinden söz edilmediğinden 573. maddedeki “Hâkim” sözünün de sorumluluk nedenleri açısından sadece 575/2. maddede sayılanları hedef tuttuğunun kabulü gerekir. Zira 573 ve bunu izleyen maddelerin tedbiri sırasında mahalli mahkeme hâkimlerinin sorumluluk sistemi içerisinde Yargıtay Üyelerine değinilmediği ve onlar hakkında düzenlemede bulunulmadığı halde 573. maddedeki “Hâkim” sözünün sorumluluk nedenleri bakımından Yargıtay Üyelerini de kapsamına aldığının düşünülmesi yorum kuralları ile bağdaştırılamaz. Bu açıklamalardan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundaki sorumluluk hallerinin Yargıtay Üyelerini kapsamadığı sonucuna varmak gerekir.
Aşağıda değinileceği üzere Anayasa’nın Yargıtay Üyelerinin görevden dolayı cezai sorumluluklarının tesbitini bir Anayasa müessesesine bağlamış olması da bu düşünceyi ayrıca doğrular. Diğer taraftan Usulün 573 ve müteakip maddeleri istisnai ve sınırlı bir alanla düzenlemede bulunduğundan kıyas yolu ile uygulama alanının genişletilmesi de mümkün değildir. O halde Yargıtay Üyeleri hakkında hangi hallerde görevden dolayı tazminat davası açılacağının yasa ile belirlendiğinden söz edilemez. Bu durum karşısında sorun temel düzeni oluşturan Anayasa ve genel ilkeler esas alınarak çözümlenmelidir.
Yasaların uygulanmasında T.C.Anayasası’nın 11. maddesinde öngörülen Anayasa’nın üstünlüğü ilkesinin sonucu olarak onların Anayasa ilkelerinin ışığı altında değerlendirilmesi, yorumlanmaları zorunludur. T.C. Anayasası’nın 148/3. maddesi hükmünce Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve Üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı Vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve Üyelerini görevleri ile ilgili suçlarından dolayı yargılanmaları Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesi’ne bırakılarak sözü edilen maddede aynen şöyle denilmiştir : “Anayasa Mahkemesi… Cumhurbaşkanını; Bakanlar Kurulu Üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve Üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve Üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatı ile yargılar. Bu hükümlerle güdülen amaç kuşkusuz yargılanacak kişinin gördüğü işin önem ve özelliği itibariyle özel bir Anayasa güvencesi sağlamak ve kişileri değil müesseseleri korumak olup doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle Yüce Divan’da yargılanması gereken kişinin bundan feragati de hukuki sonuç doğurmaz.
Bu açıklamaların sonucu olarak usulen görevli merci tarafından görevle ilgili suçtan cezai sorumluluk yönünden bir karar verilmeden Yargıtay Üyeleri hakkında Hukuk Genel Kurulu’nda açılan tazminat davasının görülmesinin mümkün olmadığının kabulü gerekir. Nasıl ki az öncede açıklandığı üzere Yüce Divan’da yargılanması gereken bir kişinin bundan feragatı hukuki sonuç doğurmuyorsa, asıl görevi yasaların ülkenin her yerinde aynı biçimde ve dolayısıyla eşit olarak uygulanmasını sağlamak olan Yargıtay Üyeleri de hukuki sorumluluklarının tâbi olduğu usulden vazgeçemezler.
Olayda yukarıda açıklandığı üzere cezai sorumluluğu tesbit eden bir karar ibraz edilmemiş bulunduğundan dava dilekçesi örneklerinin davalılara tebliğ edilmesine, duruşma yapılmasına gerek kalmaksızın ve işin esasına girilmeksizin dilekçenin reddi gerekir. (Tebligata gerek olmadığı hakkında; HGK., Bidayet Esas : 1975,/1, Karar : 1975/1 sayı ve 9.4.1975 günlü kararı Türk Hukuk uygulamasında 1750 sayılı Yargıtay Kanunu’nun yürürlüğünden önceki dönemde Yargıtay Üyeleri hakkında açılan tazminat davalarının esasına yasalarda görevli merciin gösterilmemesi nedeniyle girilmemekte idi.
Hukuk Genel Kurulu’nun 26.6.1957 gün ve 26/42 sayılı kararıyla “Temyiz Mahkemesi Hukuk Umumi Hey’etinin vazifesi kanunla tayin edilmiş bulunmaktadır. Umumi Hey’etin temyiz Mahkemesi Reis ve Azaları hakkında açılan tazminat davasını bir Asliye Mahkemesi gibi rü’yet etmesi mümkün değildir. HUMK. nun hâkimlerin mes’uliyetini tayin eden 573 ve müteakip maddeleri hükümlerinden faydalanarak, “Temyiz Mahkemesi Reis ve Azaları hakkındaki tazminat davasına Hukuk Umumi Heyeti’nce bakılması lazım geleceğinin kabulü doğru olamaz. Usûl hükümlerinin tayin etmediği bir mercii kıyas yolu ile tesis etmeğe imkân yoktur. Hukuk Umumi Heyeti böyle bir davanın rü’yetini kanunun kendisine tevdi eylediği vazifelerin dışında görmüştür. Dava dilekçesinin yukarda belirtilen sebeplerden dolayı reddine karar verilmiştir. (Göreve ilişkin bu esaslar 1750 sayılı Yargıtay Kanunundan önceki döneme taalluk etmektedirler.)
1750 sayılı Yargıtay Kanunu ile onun yerine geçen 2707 sayılı Yargıtay Kanununda Yargıtay Üyelerinin görevlerinden doğan tazminat davalarının görüleceği merci gösterilmiş olup 1750 sayılı Yargıtay Kanunu’nun yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Haziran 1973 gününden sonra Hukuk Genel Kurulu’nda 24 adedi Yargıtay, 3 adedi Danıştay, 1 adedi Yüksek Seçim Kurulu, 1 adedi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 1 adedi de Yüksek Hâkimler Kurulu Başkan ve Üyeleri hak- kında olmak üzere otuz dava açılmıştır. Bu davalar sonunda verilen kararlarla yukarıda açıklanan hukuki esaslar yerleşmiş ve kararlılık kazanmış bulunmaktadır.
II) İkinci Asliye Hukuk Hakimi hakkındaki tazminat davası :
Asliye Hukuk Hâkimleri hakkında görevlerinden doğan tazminat davalarına bakmak Hukuk Genel Kurulu’nun görevleri dışında kaldığından Asliye Hukuk Hakimi hakkında açılan tazminat davasının görev yönünden reddi ile HUMK. nun 575/2. maddesi uyarınca, ilgilinin başvurması halinde dosyanın görevli Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesi’ne gönderilmesi gerekir.
S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Daire Başkan ve Üyeleri o!an davalılar hakkındaki dava dilekçesinin esasa girilmeden reddine; Asliye Hukuk Hâkimi hakkındaki davanın görev yönünden reddine, ilgilinin başvurması halinde dosyanın Ondördüncü Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine (I) sayılı bentte üçte ikiyi aşan çoğunlukla, (11) sayılı bentte oybirliğiyle, 14.1.1987 gününde karar verildi.
Üye Çetin Aşçıoğlu’nun Karşı Oy Yazısı
Türk Ulusu adına yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkili ve görevli hakimlerin; memur ve diğer kamu görevlilerinden ayrı Anayasal bir statüye sahip oldukları her türlü tartışmanın dışındadır. Bu statü, hakimlerin tarafsızlığını ve dolayısiyle yurttaşa bir yargı güvencesi sağlamayı amaçlamıştır. Hakimlerin de, memur ve diğer kamu görevlileri gibi, kamu hizmeti üretme ve görme açısından yurttaşın hizmetinde (onun hizmetkârı) olduğu hiçbir zaman göz ardı edilemez. Bu nedenle, yargı hakkını kullananların, yurttaşlara verdikleri zararlardan sorumluluklarının kaldırılması söz konusu değildir; bu konuda Yüksek Mahkeme Yargıtay’da temelde görüş ayrılığı da söz konusu değildir. Sorun, Yüksek Mahkeme Üyeleri (hâkimleri) nin sorumluluğun kaynağı ve kapsamı üzerinde toplanmaktadır.
Bilindiği gibi, özel hukuk alanında sözleşme dışı sorumluluğun ana kaynağı Borçlar Kanununun, 4l. maddesidir. Buna göre, diğer koşulları da gerçekleşmek kaydıyla, kusur varsa sorumluluktan söz edilebilecektir; kusur yoksa sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Ne var ki, yasa koyucu, çeşitli nedenlerle, sorumluluğu ağırlaştırmak (BK. 55, 56, 57, 58, MK. m. 320 ve 917 gibi) için kusursuz sorumluluk halleri kabul ettiği gibi sorumluluğu hafifletecek (BK. m. 49’da ağır zarar-kusur durumu; Anayasa m. 83/1’deki milletvekilinin meclis çalışmalarında ileri sürdüğü düşüncelerle sınırlı sorumsuzluk) durumları da kabul etmiştir. İşte yasa koyucu, işin niteliğini gözeterek, hakimler hakkında da özel bir sorumluluk hali düzenlenmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573-576. maddelerinde hakimlerin sorumluluğu kast ve ağır kusur halleriyle sınırlandırılırken diğer taraftan özel bir yargılama durumu da kabul edilmiştir. Bu durum, kişinin özel olarak korunmasından çok yargı işlevinin daha iyi ve çabuk görülmesi yolunda yurttaşın bir güvencesidir. Tüm çağdaş yargı düzenlerinde, bu gibi özel durumlar kabul edilmiştir.
Kısaca özetlenecek olursa, sözleşme dışı sorumlulukta asıl olan kusura dayanan sorumluluktur (BK. m. 41). Ne var ki, sorumluluğu ağırlaştıracak, hafifletecek ve sınırlayacak özel durumlar da söz konusudur; bu gibi durumların varlığından söz edebilmek için kanun koyucunun özel bir hükmünün varlığı zorunludur, kanun boşluğundan söz edilerek yeni durumlar yaratılması olanağı yoktur.
Yüksek Mahkeme üyelerinin sözleşme dışı sorumluluklarını özel olarak düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Aslında bulunmasına da gerek yoktur; çünkü Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununda getirilen düzenlemeler hem yargının ve hem de yurttaşın ihtiyacına cevap verebilecek niteliktedir. Yüksek Mahkeme üyeleri de aslında hakim olduklarına göre sorumlulukların belirlenmesi ve yargılanmaları için özel ayrıcalıklı hükümlere gerek yoktur. Kanunda boşluk vardır diye; yüksek mahkeme üyelerinin sorumluluğunu, hakimlerin sorumluluğundan daha çok sınırlamak olanağı yoktur. Aksi görüş, temel hukuk düzenlemelerine aykırı olmakla kalmaz “düşünceler üzerinde olumsuz yargılar yaratacak etkileri” de beraberinde getirebilir.
Sayın çoğunluğun paylaştığı ve bir süredir düzenli olarak uygulanan görüş : Yüksek Mahkeme üyelerinin sözleşme dışı sorumluluğunu yalnız kasta dayandırmakla kalmamış; gerçekleşmesi olanağı hemen hemen olmayan (Anayasa Mahkemesinden alınmış bir mahkumiyet kararı) bir dava şartını da zorunlu duruma sokmuştur. İştebu yolla çağdaş hukukta bir benzeri olmayan bir kurum hukukumuza girmiştir.
Çağdaş demokrat toplumlarda, kişilerin veya kurumların onur ve saygınlıklarını – iyi niyetle de olsa – aşırıya varabilecek kural ve düzenlemelerle sağlamak olanağı olmadığı unutulmamalıdır.
Tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum; dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda getirilen özel sorumluluk kurallarına göre incelenip bir sonuca varılmalıydı. [4]
* * *
Sonuç
Karardan da anlaşılacağı gibi hakimin sorumluluk halleri esas olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda 573 ila 576. maddeler arasında düzenlenmiştir. 573. maddede hakimin tazminle yükümlü kalacağı durumlar açıkça sayılmış, 575. maddenin ikinci fıkrası yargılama yerini göstermiş, 576. maddesi ise yaptırımları ortaya koymuştur.
Ne gibi hallerin hakkın yerine getirilmesinden kaçınma sayılacağı ise HUMK. nun 574. maddesinde açıklanmıştır. Bu maddeye göre, kanunen kabul edilmesi gerekli bir dilekçenin sebepsiz olarak reddedilmesi veya görülmeye hazır ve sırası gelmiş bir davayı bir takım boş sözlerle, kötü niyetle görmeye teşebbüs ve devam edilmemesidir. Hakim mahkemesinde açılmış bir dava hakkında karar vermek zorundadır, işi sürüncemede bırakamaz. Dava görev ve yetkisi dışında ise görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermek zorundadır. Mesela davacı birinin getirdiği dava dilekçesini almak ve esas defterine kaydedip, onunla ilgili bir karar vermek durumunda iken, dilekçeyi hiç almadan şahsın eline vermek suretiyle reddedip göndermesi halinde bu suç oluşur. Bu halde hakimin sorumlu olması için önce hakime noterden bir ihtarname tebliği ile göreve daveti gerekir.
HUMK/573’üncü madde hükmünden anlaşıldığı üzere hakimlerin yargısal görevleri nedeniyle zarara uğrayanlar tarafından kendileri hakkında tazminat davası açılması mümkündür. Burada davanın muhatabı idari görevleri nedeniyle açılacak davaların aksine hakimlerin bizzat kendileri olmaktadır. Açılacak tazminat davasında görevli yargı yeri adli mahkemeler olup, davanın dayanağı madde hükmünde sayılan hallerle sınırlı olmak üzere hakimin kusurlu davranışıdır. Diğer bir ifadeyle sorumluluk, kusurlu sorumluluktur ve Borçlar Kanunun haksız fiilden kaynaklanan sorumluluk hükümlerine tabidir. Hakimlerin her haksız fiili kendileri hakkında dava açılmasını haklı kılmaz, dava açılabilmesi için HUMK/573’de yazılı hallerin bulunması gereklidir. [3]
Gerçi örnek kararımızda Asliye Hakiminin yargılanma yerinin gösterilmesinde herhangi bir yanlışlıktan söz edilemez. Ancak bu kararla Yargıtay başkan ve üyelerinin hukuki sorumluluğu konusu tartışmalı hale gelmiştir. Kanunda özel bir düzenleme bulunmadığı yani bir boşluk olduğu gibi bir gerekçenin arkasına sığınılarak kanun koyucunun asla istemediği çok özel bir durum yaratılmış, adeta bir zırh inşa edilerek, bu zırhın içine sığınılmıştır.
Oysa HUMK m.573’teki “hakim” kavramına gerek Yargıtay, gerekse Danıştay üyelerinin dahil edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri yüce divan sıfatıyla iş yaparken adli hizmet gördükleri için bu suçun faili olabilirler.
Yukarıda da gördüğümüz gibi kararın bir bölümünde “Yargıtay Üyelerinin de geniş anlamı ile ve genel olarak “hâkim” kavramının kapsamına girdiğinde tereddüt olunamaz. Yukarıda hâkimlerin hukuki sorumlulukları açısından değinilen genel esasların Yargıtay Üyeleri için de geçerli olduğu ve diğer Devlet Memurlarının tâbi oldukları görevden sorumluluk hakkındaki genel kurallara tâbi tutulamayacakları tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ohalde Yargıtay Üyelerinin de yasalarla belirlenen sınırlı hallerde görevlerinden dolayı hukuken sorumlu olduklarının kabulü gerekir.” şeklinde olayı tanımlayan Genel Kurulun, sonrasında bu saptamasıyla tam ters bir karara ulaşması ilginçtir.
Ülkemizde dünyadaki gelişmenin aksine kamu görevlilerin yargılanmaları yönünden her geçen gün daha zor şartlar getirilmekte, bu statüdeki insanlar adeta yargıdan kaçırılmaktadır. Adeta kamu görevlisi sayılan kişilere bir sorumsuzluk durumu yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu durum kanun koyucu tarafından çıkarılan kanunlarla sağlanmaktadır.
Halbuki en başta açıklamaya çalıştığımız, görevini yaparken neredeyse sınırsız yetkilere sahip olan “hakim” zümresinin en üstünde yer alan Yüksek Mahkeme Başkan ve üyelerinin sorumluluktan tamamen kaçmaya yönelik bu düşünceleri kamu görevlilerinin her şekil ve koşulda yargılanabilmeleri gerekir şeklindeki görüşümüzü neredeyse tamamen tersine çevirmekte ve yargıya olan güvenin tamamen ortadan kalkmasını sağlamaktadır. Yargıya sığınmak yerine yargıdan korunmak gibi bir inanış yaratılmaktadır.
Açıkça söylemek gerekirse Sayın Çetin Aşçıoğlu’nun karşı oy yazısına ve görüşlerine içtenlikle katılmaktayız.
KAYNAKLAR:
1. Aşçıoğlu, Çetin. “Yargıç ve Yansızlık”. Açık Sayfa Dergisi. Kasım. 2000
2. Avcı, Mustafa. “Türk Hukukunda Hakimin Görevi İhmal Suçu”. KHukA Dergisi.Dicle Üniversitesi Yayın.Haziran.1999
3. Aydınalp, Sezai: “Hakimlerin Hukuki Sorumluluğu”. Ankara.1997
4. “Yargıtay Kararlar Dergisi” Yargıtay. 6(13):828. 1987