En iyi hukuk rehberi

Ana Sayfa | Ekonomi | Hukuk Programları | Hukuk-Haber | Hukuk-Mizah | Linkler | Makaleler
MAKALE

Tekil-tümel Geriliminde Kendini Kuran Avrupa

Prof. Dr. Betül Çotuksöken
Maltepe Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi

Felsefenin yapısı ve işlevi/işlevleri, kültürün, tüm öğeleriyle boyutlandırılmasında temel nitelikli itici gücü oluşturmaktadır. Çünkü felsefe bir çatı ya da çerçeve olarak temelde ve tepede olduğu için, günlük yaşamı, bilimi, sanatı düşünümselleştirmektedir (= "reflexion"un konusu kılma).

İnsan dünyasının tümüyle “sorunlaştırılması", sadece "yaşama" ile yetinilmemesi, her türlü varolana belli bir uzaklıktan bakılması anlamına gelmektedir. Kendisi de içinde olmak üzere her türlü varolana belli bir uzaklıktan bakabilen insan artık bir "özne"dir. İnsanın "özneleşme"si oranında öteki varolanlar da “nesneleşmek"tedir. Özne-nesne geriliminin bir başka anlatımı ise, -iç içe geçmelerle- bir yönüyle birey-toplum ilişkisinde (= yaşama kesiti), bir diğer yönüyle de tekil-tümel ilişkisinde (= düşünsel/mantıksal olan, dilsel kısaca bilgisel olan) daha soyut bir biçimde kendini göstermektedir. Bu bağlamda öne çıkarılması gerekenler de "birey", "özne", "toplumsal yaşam", "tekil", "tümel" kavramlarıyla, bu kavramların dolayımında kendisi olan "Avrupa"dır. Ayrıca "iç" ve "dış" dinamiklerle olan ilişkileri de Avrupa'nın kendisini oluşturmasında bir bakıma etkili olmuştur/olmaktadır.

Öznenin doğum yeri: Avrupa

Avrupa, "öznenin doğum yeri olarak" (1) kendisini kuşkusuz kendisi olmayanla kurmuştur. Ancak kendisi olmayanla ilişkisi, belli bir kuramsallığı ya da düşünümselliği hiçbir zaman gözardı etmeden, belli bir süreklilik içinde gerçekleşmiştir denilebilir. Çünkü kuram ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi, bireysel-tekil-somut varoluşun yapısal özelliklerini de dikkate alarak hep yeniden kurmayı gündeminde saklı tutan Avrupa, Herakleitos'tan, Aristoteles'ten Heidegger'e kadar birbiriyle örtüşen/örtüşmeyen düşünceler toplamı olarak kendini kurmayı
başarmıştır.

Avrupa bir bakıma Remi Brague'ın da (2) üzerinde durduğu gibi, kendisi olmayan üzerinden kendini kavramanın örneğini vermiştir. Bu anlamda Avrupa tıpkı bir özne gibi davranmıştır. Çünkü insani bireyin kendisini özne olarak duyumsayabilmesi için kendisi olmayana, kendisi gibi olmayana uzanması gerekmektedir. Avrupa, somut ve düşünsel anlamında tüm dünya kazanımlarını kendine özgü içsel gücüllüğüyle yoğurabilmiştir. Avrupa 'nın düşünce üreten bir bütünlük olarak Eski Yunan'dan ne denli çok şeyi aldığını ve içselleştirdiğini biliyoruz. Bu noktada, Avrupalılar İslam kimliğiyle çokça öne çıkarılan düşünürlerden, filozoflardan pek az şeyi devralmışlardır. Çünkü düşünsel-mantıksal bir çatı, çerçeve olarak kendini kuran felsefi söylem, eğer birbirine eklemlenen halkalar toplamı olarak düşünülebilirse, bu bağlamda örneğin Aristoteles, Porphyrios ve Boethius aracılığıyla sonraya taşınmıştır. Ortaçağ, Antikçağ’ın mantık mirasını onlar aracılığıyla kendisinin kılmıştır. Bu düşünsel devinim olmasaydı, bilim dünyasında büyük ölçüde yaşanan kopukluk felsefe dünyasında da yaşanırdı ve örneğin Ortaçağlılar, kendilerine özellikle ontoloji bağlamında sunulan felsefi mirası yeterince değerlendiremezlerdi. Ama onlar, çerçeveyi biliyorlardı; bu çerçeve onlara çok olağan bir biçimde ulaşmıştı.

Ortaçağlılar, Aristoteles 'in Organon 'unu Porphyrios ve Boethius'un çevirileri ve yorumları aracılığıyla tanıyorlardı ve yoğun bir tartışmanın içindeydiler. Bu tartışmanın adı "tümeller tartışması"ydı. Bu tartışmayı çok önemsiyorum; çünkü bir şeyi sorunlaştırmak demek, o şeyin kendisi (= tekil) ile o şeye ilişkin düşünsel olan (= tümel, kavram) arasındaki ilişkiyi oluşturmak ya da bu çerçevede oluşturulmuş yaklaşımlar üzerinden tartışmaya katılarak yeni doğrultular ortaya koymak demektir. Tekil-tümel ilişkisini her yönüyle tartışmaya - neredeyse tüm yaşamını- adamış olan Ortaçağlılar, başlangıçta doğanın bir sorun alanı olarak gözlerinin önünde bulunduğunu tam olarak kavrayamasalar bile, benimsedikleri düşünsel tutumla, daha sonra bu kavrayışı gerçekleştirebileceklerinin bir bakıma ip ucunu vermişlerdir. İşte tam da o noktada bilimsel devrim başlamıştır denebilir.

Toplumsal gelişmeler de bu gelişmeyle koşutluk içindedir. 12. yüzyıldan beri ticaretin gelişmesiyle, tecimsel değiş tokuşun ivme kazanmasıyla birlikte, eğitimden pay almanın gerekliliği kendini açıkça göstermiş ve kent ortamında gelişen yaşamsal çeşitlilik, bireyin kendini -giderek- özne olarak algılamasında belirleyici olmuştur. Din okullarına bir seçenek oluşturan üniversiteler özellikle 13. yüzyılda sözlü ve yazılı kültürün üretildiği yeni merkezlerdir. Düşünce akrabalıkları sınır tanımaz bir dururuma gelmiş, Paris merkez olmakla birlikte, uzunca bir süre çeperde (= periferide) kalan kişiler ve kurumlar, etkilerini duyumsatmaya başlamışlardır. Bu durum, adcı (= nominalist) ontolojinin cisimleşmiş olmasından başka bir şey değildir. Philosophia perennis'te kendine yer bulan filozoflar, düşünsel, kışkırtıcılıklarıyla ama temkinli adımlarla düşünsel dönüşümlerin de yaratıcısı olmuşlardır. Augustinus'a, Abelardus'a, Aquinas'a, Ockham'a bu gözle bakmak gerekiyor.

Hareketin öncüleri

Tüm Ortaçağlılar'ı aynı çekmeceye tıkıştırmak, kolayı ve yüzeysel olanı seçmekten başka bir şey değildir. Bu, aynı zamanda gerçekliğin doğasına da aykırıdır. Ayrıntıların, varlıksal ayrılıkların "özgül ayrımlar" olarak başka bir deyişle "tümel" çatısı altında sabitleştirilmesi, bilginin yolunu açmıştır. Bu da Aristoteles'in dile getirdiği gibi "asıl bilginin tümelin bilgisi olduğu" izleğinin canlı tutulmasından başka bir şey değildir.

Augustinus'ta, Abelardus'ta, Ockham' da ve daha birçok filozofta özgün söylemlerin taşıyıcısını bulan Ortaçağ felsefesi, adcı ontolojinin etkisiyle doğanın kitabını -başlangıçta yavaş olmakla birlikte- kutsal kitaba tercih etmeye başlamıştır. imgelemin, aklın modern kullanımının yavaş yavaş kendini göstermesiyle birlikte, birbiri ardınca giden kırılmalar, bölünmeler yaşanmaya başlanmıştır. Dinsel bağlamdaki bölünmeler, yeni yaşama biçimlerini amaç olarak ortaya koyma girişimleri, eskiye meydan okuma, yeni mantık arayışları, öznenin özgürleşmesi (= emancipation), yeni yazma biçimleri, yerelliğin, sıradüzensel (= hiyerarşik) olanın, kapalı, sınırlı ve sonlu olanın yavaş ama, emin adımlarla aşılması çabalan peşpeşe kendini göstermeye başlamıştır. Bu edimlerin özneleri kimler mi? Hemen birkaçını söyleyebilirim: yukarıdaki kimi adlara ek olarak, Roger Bacon, Rabelais, Montaigne, Francis Bacon, kimi yönleriyle Descartes... Hepsi başka bağlamlarda da olsa, gerçeği "kendinde ve doğanın büyük kitabında" (Descartes) kendileri ve başkaları için anlamlı kılmaya çalışmışlardır.

Francis Bacon insanı özne olarak, dünyayı nesne olarak kurmanın yollarını göstermiştir Novum Organum'da. Doğa ile olan ilişkisinde bir "homo minister et interpres" (= hizmetkar olan ve yorumlayan insan) olarak alımlanan insan, bilginin dünyayı dönüştürmede vazgeçilmez bir güç olduğunu kavramıştır Bacon 'la birlikte. İnsanı, bir akıl, imgelem ve bellek varlığı olarak gören Bacon'ın söyleminde en çok yinelenen sözcük "yeni" ve "yenilik" sözcükleridir (3). Evren tablosu değişmiştir artık: evren,' çokmerkezli (4), sonsuz ve sınırsızdır.

HangiAvrupa?
İnsan gerçekten de imgelemini sınırsızca kullanan bir varlıktır. Ütopyaları başka türlü nasıl anlamlandırabiliriz? Alışılagelmiş bir Ortaçağ okumasıyla, aklını yetkenin ve usta-çırak ilişkilerinin içine uzunca bir süre kapatanların, ütopyalar ortamında olsa da artık "kendisi olmaya" başladığına tanık olunmuştur. Bu dünyanın değerini kavrama (= seküler ve laik tunum) öznenin sadece bilen bir varlık olarak değil, eyleyen bir varlık olarak da yeniden konumlandırılması, süreklilik içeren düşünsel atılımlar toplamının eleştiriyle birlikte Rönesans'tan ivme kazanmıştır. Kendisinin bilincinde olan Avrupa coğrafyası, kültürel sınırları kolay bir biçimde çizilemeyen, tüm dünyaya yayılmış olan bir düşünce ağı oluşturmuştur. Bu oluşum içinde zaman zaman kendine ayna tutmayı, kendini bir "sorun" olarak görmeyi de başarmıştır Avrupa. Yaklaşık olarak son yüz elli yıldır, özellikle insan ve toplumbilimlerinin gelişimi sürecinde böyle bir görevi içselleştirmiş olan bir Avrupa ile karşı karşıya olmadığımızı kim iddia edebilir? Avrupa, tüm dünyaya bilinç taşımıştır. Ama sormadan edemiyoruz yine de: hangi Avrupa? Hiç kuşkusuz kendini sadece "animal vitale" olarak gören ticaretin, tacirlerin Avrupası değil, çoğun onların temsilcisi olan politikacıların Avrupası değil; tam tersine, filozofların, düşünürlerin, gerçek entelektüellerin Avrupası. Boş retoriğin tuzağına düşmekten kaçınmak istiyorsak, bu ayırımı yapmak zorundayız. Gerçek anlamda Avrupa'nın ve gerçek anlamda Avrupalı'nın tüm dünyaya eleştirel tutumuyla yayıldığını, "zehir" üretenlere "panzehir"le yanıt verme görevini üstlendiğini görüyoruz. Dünyanın geri kalan kesimine de bu düşünce ve tutumu içselleştirmek düşüyor; çünkü kısır çekişmelerin ve dayanağı olmayan sözde eleştirelliklerin kimseye yararı yok. Gerçek anlamda eleştiri, ayrıntılara dayanır; öyleyse yeni bir duyarlıkla ve okuma edimiyle yeniden Avrupa (5) ya da çokça dendiği gibi, "Batı" gerçeğine yönelelim. Avrupa kendini kendisi olmayanla ilişkilendirip, tekil-tümel geriliminde, dış dünya (= geçmişe ve şimdiye ilişkin olarak) düşünme geriliminde bir başka deyişle, tekil/bireysel-tümel/evrensel geriliminde kurmayı sürdürüyor. Bu çabaya katılan herkes gerçek anlamda yönelen ama yönlendirilmeyen öznedir, moderndir ve Avrupalı'dır.

DİPNOTLAR
1) Betül Çotuksöken, "Avrupa: Öznenin Doğum Yeri", Doğu-Batı Düşünce Dergisi, (Avrupa Özel Sayısı), Sayı: 14, Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları, Ankara, 2001, s.47-52.
2) Ayrıntılı bilgi için bkz. Remi Brague, “Avrupa: Roma Yolu", Çeviren: Betül Çotuksöken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1995.
3) Jean-Claude Margolin, "L'idee de nouveaute et ses points d'application dans le Novum Organum de Bacon", Francis Bacon, science et methode, Actes du Lolloque de Nantes, edites par Michel Ma1herbe et lean-Marie Pousseur, Librairie Philosophique J. Vrin, Paris, 1985, pp.1l-36.
4) Ayrıca bu "çokmerkezlilik", Nicolaus Cusanus'tan beri bilinmektedir.
5) Bu konuda son derece zengin bir literatürün olduğunu da gözden kaçırmayalım.

 
(X) (Bilim ve Ütopya dergisinden (Eylül 2002)alınmıştır.)
Her hakkı saklıdır. Abchukuk ©2002- 2003