En iyi hukuk rehberi

Borsa | Hukuk Programları | Makaleler | Gerekli Adresler | Yararlı Linkler | Güncel Hukuk



Siyasetçilerin Eleştiriye Açık Olması

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Çözümlemesi


                                                                        CASSTELLS/İSPANYA KARARI


                                                                                                                                                           Gökhan Sayın
                                                                                                                                              Yargıtay Cumhuriyet Savcısı


Miguel Casstells, İspanya’da Bask Bölgesinin bağımsızlığını savunan bir siyasi parti olan Herri Batasuna'nın listesinden ­seçilmiş bir senatör ve aynı zamanda bir avukattır.

Haftalık “Punto y Hora de Eskalherria” dergisinin 4-11 Haziran 1979 ta­rihli sayısında, “Muafiyet Rezaleti” başlıklı bir makale yayınlamıştır.

Sınırlı bir dağıtımı olduğu bilinen dergideki makalesinde Casstells özetle bölgede faşistler tarafından bir çok insanın öldürüldüğünü ve bunların hiçbirinin failinin bulunamadığını, hangi örgüte mensup olduklarının saptanamadığını ve bu öldürme olaylarının devam edeceğini bildiğini belirtiyor ve faillerin tam bir muafiyete sahip olduğu gibi diğer olaylarda olduğunun aksine polisiyle, mahkemeleriyle ve cezaevleriyle devletin tamamen sessiz durduğuna parmak basmıştır.

ETA üyeleri hemen yakalanıp suçsuz olsalar bile cezalandırıldıkları halde bu ölümlerin faillerinin daha olay öncesinde tam bir hukuki muafiyete alındığını bu faşist örgütlerin arkasında hükümetin olduğunu, hatta polisin suça ortak olduğunu ve bu örgütlere sınırsız maddi ve manevi destek verildiğini belirterek hükümeti suçlamıştır.

Hükümetin Bask bölgesinde yaşayanları öldüren çeteleri fiilen teşvik ettiğini, desteklediğini ve koruduğunu belirtmiştir. Bazı ifadeler, bir bütün olarak Hükümetin faşist çetelerin ardında yer aldığı izlenimini verebilmektedir.

İspanya’daki Aşama

3 Kasım 1981’de Casstells hakkında hükümeti tahkir etmekten ceza davası açılmıştır. Senato oyçokluğu ile Casstells’in yasama dokunulmazlığını kaldırmıştır.

Hatta mahkemece tutuklanmış ancak suçun bir tehlike meydana getirmemesi ve statüsü nedeniyle kefaletle serbest bırakılmıştır. Hatta sorgu sırasında işbirliği içinde olduğu ve tahkirden çok siyasi bir açıklama yapmayı amaçladığı da belirtilmiştir.

Casstells’in avukatları Yüksek Mahkemenin beş üyesinden dördünü siyasi inanç ve önceki siyasi rejimde işgal ettikleri konumları nedeniyle reddetmişler ancak Anayasa Mahkemesi defalarca yapılan bu itirazı esastan reddetmiştir. Davada Casstells’in avukatları esas mütalaalarında makalenin gerçek bilgilere dayandığını, kamuoyunun görüşlerini yansıttığını ifade etmişler ayrıca bu bilgilerin gerçekliğini kanıtlamak için delil sunmayı teklif etmişlerdir. Herkesin bilgisi dahilinde olan olayları yazmanın tahkir kabul edilemeyeceğini savunmuşlardır. Yüksek Mahkeme bu delillerin çoğunu yayılan haberlerin gerçekliğini göstermek amacını taşıdığı gerekçesiyle reddetmiştir.

Devlet kurumlarına yöneltilmiş tahkir bakımından ispat hakkı doktrinde tartışmalıyken, Ceza Kanununda yapılan reformlar sonucu kurumlar ispat hakkı dışında tutulmuş ve sadece kamu görevlilerine hakaret bakımından bu hak tanınmıştır.

Yüksek Mahkeme yapılan yargılama sonunda Casstells’i hükümeti hafif tahkir suçundan bir yıl hapis cezasına ve aynı süreyle kamu hizmetleri ile meslek icrasından mahrumiyetine ve yargılama giderine mahkum etmiştir.

Mahkeme suçun objektif unsuru bakımından makalede kullanılan ifadelerin hükümetin şerefine zarar verecek kadar ağır olduğunu, sübjektif unsuru bakımından ise sanığın bir senatör olarak Meclis İçtüzüğünde gösterilen bir çok ifade yoluna sahipken bu yolları kullanmadığını yani seçmen adına hareket etmediğini belirtmiştir.

Savunmanın İkinci argümanı olan makalenin siyasi eleştiri (animus criticandi) amacı taşıması, makalenin hakaret kastını (animus injuriandi) ortadan kaldır­mamış, ancak tahkir ağırlığını hafifletmiştir. İncelenen bu olayda, siyasi eleştiri amacıyla yapılan tahkir eleştirinin makul (permissible) sınırlarını aşmış ve Hü­kümetin şahsiyetine tecavüz etmiştir. Bu nedenle ceza Kanunun 161. maddesi yerine, Hükümete karşı daha hafif bir tahkir suçunu öngören 162. maddesinin uygulanması yerinde olur. Anayasal bir hak olan ifade özgürlüğü, özellikle şe­ref ve özel yaşam hakkı ve isminin kullanılmasını denetleme hakkı ile sınırlıdır. Ayrıca tahkirin basında çıkan bir makale yoluyla meydana gelmesi, bunun da­ha karmaşık bir düşünsel sürecin ve onu daha açık ve kesin yapan bir uslam­lamanın sonucu olduğunu göstermektedir.

Yüksek Mahkeme son olarak, ispat hakkının kabul edilebilirliği ile ilgili 19 Mayıs 1992 tarihli kararını teyit etmiştir.

Başvurucu Yüksek Mahkeme'de, Anayasanın 14, 20, 23 ve 24. maddelerine dayanarak, karar aleyhinde temyizde bulunacağını (ampora) belirtmiş, 22 Kasım 1983'de kararı temyiz etmiştir.

Davanın koşullarını dikkate alan Yüksek Mahkeme, 6 Kasım 1983'de, hapis cezasının yerine getirilmesinin iki yıl süreyle ertelemesine, fakat yar­dımcı cezaların uygulanmasına karar vermiştir. Ne var ki yardımcı cezaların yerine getirilmesi de Anayasa Mahkemesinin 22 Şubat 1984 tarihli kararıyla ertelenmiştir.

Casstells, 22 Kasım 1983 tarihli Anayasa Mahkemesi'ne temyiz başvurusunda, Yüksek Mahke­me'nin verdiği kararın daha yüksek bir mahkeme tarafından incelenemedi­ğinden ve yargılamanın uzunluğundan şikayet etmiştir.

Casstells ayrıca, Yüksek Mahkeme'nin delil gösterme talebini reddetmekle, masumluk karinesi ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

Casstells, acil olarak ve detaylı bir biçimde toplumun dikkatini çektiği için yeteri kadar önemli ve doğru ifadede bulunan bir kimseyi, bu olayda ise bir senatörü, ifadesinin doğruluğunu kanıtlama olanağı vermeden mahkum et­menin, adaletin temel kurallarına aykırı olduğunu belirtmiştir.

Casstells bunlara ilave olarak, başka kişilerin her hangi bir güçlükle karşılaş­madan benzer makaleleri yayınladıklarından, tek başına veya ifade özgürlüğü ile birlikte ele alındığında, hukuk önünde eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini iddia etmiştir. Casstells ayrıca, senatör sıfatıyla kendisine uygulanabilen Anayasanın 23. maddesinde ilişkin bulunduğunu ileri sürdüğü siyasi eleştiri hak­kının da ihlal edildiğinden yakınmıştır.

Casstells’e göre kamu işlerine katılma hakkını güvence altına alan bu hüküm, kendisine her hangi bir organ veya kullanabileceği başka bir araç vasıtasıyla, parlamenterlik görevi olan denetim yapma hakkı vermiştir.

Başvurucu, şikayetini özetlerken bir kez de Anayasanın 20. maddesine da­yanmıştır.

Savcı 22 Mart 1984 tarihli mütalaasında, Anayasanın 14. maddesinin hukuk dışında değil hukuk önünde eşitliği güvence altına aldığını not etmiştir. Anayasanın 23. maddesine dayanan şikayet, bir önceki şikayeti aşmakta ve yanlış bir yoruma dayanmaktadır. Tabii ki bir Parlamentonun üyesi, görevini sadece mecliste değil, dokunulmazlığa sahip olmadan dışarıda da sürdürebilir. Hükü­metin tasarruflarını her hangi bir vatandaş gibi eleştirirken, ifade özgürlüğünün Anayasa tarafından belirlenmiş sınırları olduğunu unutmamalıdır.

Casstells 21 Mayıs 1984 tarihli dilekçesinde, ifadelerinin doğruluğunu kanıtlama talebini yinelemiştir. Çünkü Casstells'e göre “itiraz konusu mahkeme kararının, Anayasanın 20. maddesinde düzenlenen ‘yayın araçları yoluyla doğru bilgi elde etme ve iletme’ hakkını ihlal ettiği” ortaya çıkmıştır. Casstells bu hakkı, Anayasa.Mahkemesi'nin 20 Temmuz 1984'te ispat teklifini reddetmesine karşı yaptığı başvuruda (recurso de suplica) ve 21 Şubat1985 tarihli mütalaasında da belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi 10 Nisan 1985'te bu başvuruyu reddetmiştir.

Mahkeme, kararının "hukuki durum" kısmının '"ikinci paragrafında başvurucunun şikayetlerini özetlerken, savcının yaptığı gibi Anayasanın 20. maddesinden söz etmeden şikayetleri, yani 14. maddede düzenlenen hukuk önünde eşitlik hakkının ihlal edildiği iddiasını, itiraz konusu kararın bir senatörün inceleme, araştırma ve eleştirme yetkilerini kısıtladığını göz önünde bulun­durarak 23. madde ile birlikte ele almıştır.

Mahkeme kararın altıncı paragrafında, parlamenter ayrıcalıkların dar yorumlanması gerektiğini; aksi takdirde başkalarının haklarını ihlal etmek için bir araç haline gelebileceğini; siyasetçi sıfatıyla olsa bile, bu ayrıcalığa sahip olanların sade bir vatandaş gibi hareket ettikleri zaman ayrıcalıklarının sona e­receğini ifade etmiştir.

Mahkeme 9 ve 10. paragraflarda asıl sorunu, yani savunma yaparken ilgili de­lillere dayanma hakkını ve ayrıca tartışma konusu suç türü bakımından gerçe­ği ispat talebini ele almıştır. Mahkeme bu bağlamda şunları not etmiştir:

“Gösterilmek istenen delilin ilgili olup olmadığını değerlendirebil­mek için, bu delil ile tarafların iddialarına dayanılarak daha önce belirlenmiş dava konusu arasında bir bağlantı kurmak gerekir. Olaylar aşikar veya herkesin bilgisi dahilinde ol­duğu durumlar hariç, mahkeme davanın esası hakkında önceden hüküm vermemek için, bu konuda kısmen de olsa müdahalede bulun­mamalıdır... Mahkemelerin böyle bir ön değerlendirmeden kaçın­maları tercih edilir; ancak bu ön değerlendirme, diğer savunma hak­larına saygı duyulmasını öngören anayasal hakları kendiliğinden ihlal etmez. Bu davada da mahkeme delillerin ilgisini değerlendirirken gerçeği ispat savunması üzerinde görüşünü belirtmemesi gerektiği halde, bu aykırılık bu nedenle, özellikle tek dereceli bir muhakeme­de, sadece maddi bir hakkı ihlal etmesi halinde ilgili delilleri kullan­ma hakkını ihlal eder...”

Ceza Kanununun 161. maddesi ifade özgürlüğünü sınırladığı için akademisyenler arasında tartışmaya yol açmıştır. Her halükarda bu madde, ifade öz­gürlüğünü güvence altına alan Anayasanın 20. maddesi ile birlikte okunma­lıdır. Bu bağlamda ceza mevzuatının, tartışma konusu özgürlüğün gerçek i­çeriğini koruması koşuluyla, temel hakların kullanılması düzenlemesinde uygun bir araç olduğu kabul edilmiştir. Haber ve düşünce özgürlüklerinin sınırları, demokratik kurumların itibarını azaltma girişimleriyle tehlikeye sokulabilecek Devlet güvenliği alanına taşamaz. Sonuç olarak, bu alanda gerçeği ispat talebinin kabul edilip edilmemesi yasanın yorumlanması sorunudur ve Ceza Kanununun 161. maddesinin bu davada uygulanması, münhasıran Yüksek Mahkeme'nin yetkisine giren bir konudur.

Yüksek Mahkeme 1 Nisan 1986'da, hapis cezasının tamamen çekildiği­ne karar vermiştir. Mahkumiyete ilişkin siciller Ceza Kanunun 118. maddesine göre daha sonra kaldırılmıştır. Bu nedenle, yeni bir ceza soruşturmasıyla bağlantılı olarak bir mahkeme ya da yargıç tarafından istenmedikçe, başvu­rucunun ceza sicili incelenemez.

Komisyon Aşaması

Casstells, Sözleşmenin 6, 7, 10 ve 14. maddelerine dayanarak Komisyona başvurmuştur. Komisyon 6. ve 7. maddelere dayanan şikayetleri kabul edilemez bulmuş yine üçe karşı dokuz oyla 10. maddeye aykırılık bulunduğunu ancak oybirliği ile 14. maddeye ilişkin ayrı bir sorunun olmadığını kabul etmiştir.

Mahkeme, Komisyonla aynı görüşleri paylaştığı için burada Komisyonun gerekçeleri ayrıntılı olarak ele alınmamıştır.

Mahkeme Aşaması

Mahkeme aşaması önemli olduğu için paragraf numaralarıyla birlikte aşağıya aktarılmıştır:

İlk itirazlar iç hukuk yollarının tüketilmesi; şikayetin ulusal ma­kamlar önünde ileri sürülmüş olması:

24. Hükümet, Komisyon önünde yaptığı gibi, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür. Casstells muhtemelen "taktik nedenl­erle", Anayasanın 20. maddesinde korunan ifade özgürlüğünün ihlal edildi­ği iddiasıyla ilgili şikayetini, Anayasa Mahkemesi önünde özellikle dile ge­tirmemiştir. Casstells "amparo" başvurusunda, ifade özgürlüğünü kullanma­sında kendisine ayrımcılılık yapıldığından şikayet ederken, bu hükme dolaylı olarak dayanmıştır; ayrıca Sözleşme'nin 10. maddesinden ya da benzer bir uluslararası Sözleşme hükmünden de söz etmiş değildir. "Amparo" başvuru­sunu düzenleyen Teşkilat Yasasına göre, Casstells hem maddi olayları hem de ihlal edildiği iddia edilen hükümleri açıkça belirtmiş olmalıydı. Casstells'in şimdi Mahkeme'nin önünde olan sorun hakkında Anayasa Mahkemesi'ne ka­rar verme imkanı tanımadığı anlaşılmaktadır.

25. Başvurucu verdiği yanıtta, Anayasanın 20. maddesini Anayasa Mahke­mesi önünde açıkça dile getirdiğini belirtmektedir. İlkin "amparo" başvurusunda belirtilen olaylar, tipik bir ifade özgürlüğü hakkı kullanımının tehlike­ye girdiğini ortaya koymakta ve açıkça bir müdahale olduğunu göstermekte­dir. Ayrıca, "suplico" başvurusunda, başka hükümlerle birlikte söz konusu 10. maddeye göndermede bulunmuş ve hukuki argümanda 14. madde (hu­kuk: önünde eşitlik) ile birlikte ele aldığı 20. maddeye de aykırılık bulundu­ğunu iddia etmiştir. Anayasanın 23. maddesi çerçevesinde, seçilmiş temsilci­nin siyasi eleştiri yapma hakkı gibi daha sınırlı olan bir gerekçeyle iddiada bulunduğu doğrudur. Ancak, sorunun gerçekten ortaya konulduğunu gö­rmek için 10 Nisan 1985 tarihli kararın "Hukuki Durum" başlıklı 10. parag­rafını okumak yeterlidir. Anayasa Mahkemesi bu pasajda, Ceza Kanunun 161. maddesinin, itiraz konusu kovuşturmanın ve mahkumiyetin, ifade öz­gürlüğüne uygunluğunu ayrıntılı bir biçimde incelemiştir.

26. Komisyon, başvurucunun görüşüne katıldığını belirterek, Mahkeme'den bu ilk itirazın esasına girme yetkisi olmadığına karar vermesini talep etmiştir.

27. Bu son nokta hakkında Mahkeme, 25 Mart 1992 tarihli B. - Fransa ka­rarında teyit ettiği yerleşik içtihatlarını belirtmeyi yeterli saymaktadır.

Mahkeme, sunuşların esası bakımından ise, Sözleşme'nin 26. maddesinin “a­şırı biçimselliğe kaçmadan ve belirli bir dereceye kadar esneklikle” uygulan­ması gerektiğini; “Sözleşme organları önünde daha sonra yapılması düşü­nülen şikayetlerin”, “en azından özü itibarıyla ve iç hukukta. belirtilen biçim­sel şartlar ile zaman sınırlarına uygun olarak” ileri sürülmüş olmasının yeterli olduğunu belirtmektedir.

28. Başvurucu, iki konuda Sözleşme'nin 10. maddesine dayanmıştır: Başvu­rucuya göre kendisi açıklama yaptığı için kovuşturulmuş ve mahkum edilmiş olup, açıklamaları doğru olduğu halde bunların gerçekliğini ortaya koyması engellenmiştir; ayrıca, tartışma konusu makale, bir parlamento üyesinin yerine getirmesi gereken görevlerinden olan siyasi eleştirinin sınırları içindedir.

29. Casstells'in Yüksek Mahkeme önünde her iki sorunu da ileri sürdüğü görülmektedir. 31 Ekim 1983 tarihli kararda, Hükümeti tahkir etme fiili ba­kımından ispat hakkı talebini reddetmiş ve başvurucunun kabul edilebilir si­yasi eleştiri sınırlarını aştığına karar vermiştir.

30. 22 Kasım 1983 tarihli amparo temyiz başvurusunu destekleyen sunuşlar, Anayasanın 20. maddesine sadece dolaylı ve kısa bir referans yapmışlar; aynı zamanda yukarda tartışılan şikayetleri de belirtmişlerdir.

Başvurucu, daha dar bir hüküm olan Anayasanın 23. maddesine dayanırken, Hükümet eylemlerini senatör sıfatıyla seçilmiş temsilcilerin özel konum1a­rında açıkça belli bulunan eleştirme hakkını ileri sürmüştür. Ayrıca Anayasa Mahkemesi yapılan şikayeti özetlerken, bu hakkı tanımış; 14 ve 20. maddelerle ilgili şikayeti ve 23. madde ile ilgili olanı birlikte ele almıştır.

Başvurucu ayrıca, hem masumluk karinesi hakkını ve hem de beyanlarının gerçekliğini ortaya koyabilmek için delil gösterebilme hakkını ileri sürmüş­tür. Böyle yapmakla, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlali iddiasıyla açıkça bağlantı kurduğu bir şikayeti biçimlendirmiştir. Aslında Anayasa Mahkeme­si şikayeti böyle yorumlamıştır; delillerin ortaya konulması sorunu ile davanın esasını, yani ifade özgürlüğüne uygunluğunu incelediği Ceza Kanu­nunun 161. maddesinde öngörülen suçun esasını birleştirmiştir.

31. Mahkeme son olarak, Komisyon gibi, Casstells'in hem Yüksek Mahke­me dosyasında bulunan amparo temyiz başvuru dilekçesinde, hem de 22 Ka­sım 1983 tarihli "suplico" başvurusunda Anayasanın 20. maddesine gön­derme yaptığını not etmektedir. Daha sonra, Anayasa Mahkemesi'ne verdiği bir kaç yazılı dilekçede, Casstells ispat hakkı ile bağlantılı olarak "doğru bilgi­yi alma ve iletme" hakkına dayanmıştır.

Bu bakımdan temyiz yapılmamasının nedeni, Anayasa Mahkemesi'nin yetki­sini tespit ederken koyduğu sınırlarda aranabileceğinden kuşku yoktur. Anayasa Mahkemesi'ne göre, Hükümeti tahkir etme fiili ile ilgili olarak ispat hakkının kabul edilebilirliği sorunu, Anayasaya uygunluk sorunundan çok ya­sanın yorumlanması sorununu doğurmuştur; incelenmekte olan davada Ceza Yasasının 161. maddesinin uygulanması da, münhasıran olağan mahkemelerin görevi alanına girmektedir.

32. Buna göre Mahkeme, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde "en azından özü itibariyle" Sözleşme'nin 10. maddesiyle ilgili şikayeti dile getir­diğini düşünmektedir.Bu nedenle, Casstells'in iç hukuk yollarını tüketmediği biçimindeki itiraz reddedilmelidir.

Şikayetin esası

İfade özgürlüğü [Md. 10] 'ifade Özgürlüğüne müdahale'; 'müdahalenin hukuken öngörülebilir olması'; "'müdahalenin meşru amaca sahip olması'; 'müda­halenin demokratik toplumda gerekli olması’ 'ispat hakkı '; 'basın özgürlüğü':

33. Casstells'in sunuşuna göre, Hükümeti tahkir nedeniyle hakkında ceza davası açılması ve sonra mahkum edilmesi, özellikle makalesindeki beyanlarının doğruluğunu ortaya koymasına izin verilmediği için ifade özgürlüğüne müdahale oluşturmuştur.

34. Casstells'in şikayetçi olduğu yasaklar ve cezalar, hiç kuşku yok ki, söz konusu ifade özgürlüğünün kullanılmasına bir müdahaledir. Bu tür bir müdahalenin 10. maddeyi ihlal etmemesi için, hukukun öngördüğü bir müdahale olmalı, 10. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlardan bir ya da bir kaçını elde etmek için yerine getirilmiş olmalı ve bu amaç ya da amaçlara varabilmek için "demokratik bir toplumda gerekli" olmalıdır.

Hukuken öngörülmüş olma

35. İtiraz konusu suçlamanın Ceza Kanununun 161 ve 162. maddelerine da­yanan hukuki bir temeli olduğundan kuşku yoktur. Başvurucu bu noktayı tartışmamış, ancak kendisinin ispat hakkı talebinin, özellikle 1978 tarihli Anaya­sanın kabulünden sonra reddedilebileceğini beklemediğini iddia etmiştir. Başvurucu­ 19 Mayıs 1982 tarihine kadar Yüksek Mahkeme'nin Hükümeti tahkir suçu ile ilgili bir sorun hakkında karar vermediğini  ve bu tür suçlarda ispat hakkının kabul edilebilirliği (Madde 240) hakkında akademisyenler arasında ve içtihatlarda görüş farklılıkları bulunduğunu ileri sürmüştür.

36. Hükümete göre ise, söz konusu alanda ispat hakkının sadece kamu gö­revlilerinin görevlerini yerine getirmeleri sırasında  tahkir edilmeleri halinde kabul edilebileceği, İspanyol mevzuatında ve özellikle Ceza Kanununun 461. maddesinde açıktır; Yüksek Mahkeme ne 1978'den önce ne de sonra, bireylere yöneltilmemiş tahkirler için ispat hakkı (exceptio veritatis) tanımamıştır. Ne var ki Casstells Hükümeti bir bütün olarak suçlamıştır.

37. Mahkeme bu yorumu, Ceza Kanununun 461. maddesinin yazılış tarzı bakımından, makul görmektedir. Konuyla ilgili açık bir örnek olay yoktur;­ bu nedenle Yüksek Mahkeme 19 Mayıs 1992 tarihli kararında tereddüt gös­termektedir, ancak bu burada önemli değildir. Muhtemel bir çok tahkir tipini genel bir üslup ile kapsayan ve yeni durumlarda kaçınılmaz olarak kulla­nılabilir olan yasa metninin kendisidir. Yukarda sözü edilen karar, yasa hük­münü farklı koşullara uygu1amaktan ibarettir.

Bu nedenle Mahkeme, Komisyon gibi, itiraz konusu müdahaleyi düzenleyen kuralların, Sözleşme'nin 10. maddesinin ikinci fıkrası bakımından yeterli öl­çüde önceden görülebilir olduğunu tespit etmektedir.

İzlenen amacın meşruluğu

38. Başvurucuya göre, hakkındaki suçlama ve mahkumiyet kararı, Sözleş­me’nin 10. maddesi ikinci fıkrasına göre meşru bir amaç izlememektedir. Yük­sek Mahkeme'nin de kabul ettiği gibi, kendisinin suçlandığı fiiller her hangi bir tehlike meydana getirmemiştir; ayrıca, 31 Ekim 1983 tarihli kararda, müdahalenin amacının kamu düzenini ve ulusal güvenliği korumak olmadı­ğı, fakat aslında davalı Hükümetin onurunu sağlam tutmak olduğu görül­mektedir.

39. Bununla beraber, Hükümetin dile getirdiği 10 Nisan 1985 tarihli Ana­yasa Mahkemesi kararında demokratik kurumları itibardan düşürme giri­şimleri tarafından devlet güvenliğinin tehdit edilebileceği beyan edilmiştir. Casstells makalesinde, Bask bölgesinde bir çok saldırı ve cinayeti içeren çok ciddi olayları sadece betimlemekle kalmamış, yetkililerin ve özellikle polisin hareketsizliğinden, ve hatta bunların suçlularla birlikte hareket etmelerinden şikayet etmiş ve bundan Hükümetin sorumluğunu çıkarsamıştır.

Böylece, Hükümet ve Komisyon'un görüşüne uyarak, İspanya'nın 1979'daki koşullarında başvurucuya karşı, sadece "başkalarının şerefini korumak" a­macıyla değil, ama 10. maddenin ikinci fıkrasındaki "'düzensizliğin önlenme­si" amacıyla da dava açıldığı söylenebilir.

Müdahalenin gerekliliği

40. Casstells, Komisyon ile aynı görüşte olduğunu belirtmekte ve ifade öz­gürlüğünün, seçmenlerinin düşünce ve huzursuzluklarının sözcüsü olan se­çilmiş temsilciler için hayati önemini vurgulamaktadır. Ayrıca, tartışma ka­mu yararı ile ilgili bir konuda olduğu zaman bu özgürlük daha fazla güvence gerektirmektedir. Aslında bu olayda söz konusu olan da budur; itiraz konu­su makale 1977'den beri Bask bölgesinde süre giden huzursuzluk ortamı ile ilgili geniş kapsamlı tartışmanın bir kısmıdır. Başvurucunun mahkumiyeti, Hükümeti haksız ve iftira niteliğindeki suçlamalara karşı korumaktan çok, yetkilileri muhalefetin tacizlerine karşı korumak için düşünülmüştür. Hükü­met için sıkıntı verici olsa da, söz konusu olayların ortaya konulması kamu yararına hizmet etmiştir.

41. Hükümet, ifade özgürlüğünün mutlak olmadığını, bu özgürlüğün, “görev” ve “sorumluluk” ile birlikte kullanılabildiğini belirtmektedir (Söz­leşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrası). Casstells siyasi tartışmanın normal .sınırlarını aşmış; İspanya'nın çok duyarlı hatta kritik bir döneminde, yani Anayasanın kabulünden kısa bir süre sonra, farklı siyasi görüşlerden bazı grupların siyasi şiddete başvurduğu bir sırada, demokratik hükümeti sarsa­bilmek için onu tahkir etmiştir.­

42. Mahkeme, 10. maddenin birinci fıkrasında tanınan ifade özgürlüğü­nün, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturduğunu ve toplumun gelişmesi için temel koşullardan biri olduğunu hatırlamaktadır. İ­fade özgürlüğü, 10. maddenin ikinci fıkrasına Bağlı olarak, sadece lehte ol­duğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan haber ve düşünceler için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğul­culuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın de­mokratik toplum olmaz.

İfade özgürlüğü herkes için önemli olmakla birlikte, halkın seçilmiş temsil­cileri için özellikle önemlidir. Bu kişiler seçmenlerini temsil eder; onların zihinlerini meşgul eden sorunlara dikkat çeker, onların yararlarını savunur. Bu nedenle başvurucu gibi, Parlamentodaki bir muhalefet üyesinin ifade öz­gürlüğüne müdahale, Mahkeme'nin çok daha dikkatli incelemesini gerektirir.

43. Bu olayda Casstells görüşlerini yaptırım korkusu duymaksızın senatoda ifade edebileceği halde böyle yapmamış, bir dergide dile getirmeyi yeğlemiştir. Bu demek değildir ki, Hükümeti eleştirme hakkını kaybetmiştir.

Bu noktada, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlet içinde basının seç­kin rolü unutulmamalıdır. Gerçi basının, düzensizliğin önlenmesi ve başkal­arının haysiyetinin korunması için konan sınırları aşmaması gerekir; ancak basın, siyasi sorunlar hakkında ve kamu yararıyla ilgili konularda haber ve düşünceleri yayma görevini üstlenmiştir.

Basın özgürlüğü halkın siyasi liderlerin düşünceleri ve davranışları hakkında fikir sahibi olabilmeleri için en iyi araçlardan biridir. Özellikle siyasetçilere, kamuoyunun zihnini meşgul eden sorunlar hakkında düşüncelerini ve yo­rumlarını belirtme fırsatı vermektedir. İfade özgürlüğü ayrıca herkesin, de­mokratik bir toplumun özünde yer alan serbest siyasi tartışmaya katılmasını mümkün kılmaktadır.

44. Yüksek Mahkeme 31 Ekim 1983 tarihli kararında itiraz konusu maka­lenin, kullandığı bazı kelimeler yüzünden, az da olsa siyasi eleştiri sınırını a­şarak tahkir alanına girdiği görüşüne varmıştır.

45. Tıpkı Komisyon gibi Mahkeme de Casstells'in 1977’den beri Bask böl­gesinde çok sayıda saldırıda bulunan değişik aşırı grup üyelerinin bir muafi­yete sahip olduklarını söyleyerek makaleye başladığını not eder. Casstells bundan sonra, söz konusu derginin çoğunun satıldığı bölgenin kamuoyunu yakından ilgilendiren olayları yeniden saymaktadır. Ancak sonuca bağlarken, kendi görüşüne göre, ortaya çıkan durumdan sorumlu olan Hükümete karşı ciddi suçlamalar yöneltmektedir.
46. Hiç kuşku yok ki, siyasi konuları tartışma özgürlüğü mutlak değildir. Sözleşmeci Devletler bu özgürlüğü belirli "yasaklara" ve "cezalara" bağlaya­bilirler. Fakat bu tür önlemlerin, 10. maddede yer alan ifade özgürlüğüne uygunluğu hakkında nihai kararı vermek, Mahkeme'nin görevidir.

Hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırları, şahısları, hatta politikacıları eleştiri sınırından daha geniştir. Demokratik bir sistemde Hükümetin eylemleri ve ihmalleri, sadece yasama ve yargılama organlarının değil, basının ve kamuoyunun da yakından incelemesine tabidir. Dahası, Hükümetin işgal ettiği üstün mevki, özellikle muhaliflerinin veya medyanın haksız saldırılarını ve eleştirilerini karşılamak için başka araçları kullanabilecekken ceza davasına başvurmaya kendini sınırlı görmesini gerektirir. Ancak yetkili Devlet otoritele­ri, kamu düzeninin güvencesi olmaları sıfatıyla, temelden yoksun veya kötü niyetle oluşturulmuş iftira niteliğindeki suçlamalara, aşırıya kaçmadan ve ge­reği gibi tepki göstermeyi amaçlayan cezai nitelikte önlemleri de almakta serbesttirler.

47. Bu davada Casstells, dile getirdiği olayların doğruluğunu ve yaygın ola­rak bilindiğini ortaya koymak için hem Yüksek Mahkeme'ye hem de Anaya­sa Mahkemesi'ne defalarca başvurmuştur. Casstells'in görüşüne göre bu du­rum, beyanlarının tahkir etme amacına sahip olmadığını göstermektedir.

Yüksek Mahkeme 19 Mayıs 1982'de, kamu kurumlarına.yöneltilen tahkirler bakımından ispat hakkı taleplerinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle bu ta­lebi kabul etmemiş; bu yorumunu 31 Ekim 1983 tarihli kararında teyit et­miştir. Anayasa Mahkemesi ise bunun yasa hükmünün yorumlanması soru­nu olduğu ve kendi yetkisinin dışında kaldığı görüşüne varmıştır.

Bu nedenle başvurucu, kendisi hakkında Ceza Kanununun 161. maddesine göre açılan bir davada, doğruluğu ispata ve iyi niyete başvuramamıştır.

48. Hükümetin itirazına göre, Casstells'in iddiaları yeterince açık olmadı­ğından bunların doğruluğu da gösterilemez, ayrıca bu iddialar birer değer yargısı olarak görülebilir ki, bunların da ispat hakkı ile ilgisi yoktur.

Bu argüman ikna edici değildir. "Punto y Hora de Euskalherria" dergisinde yer alan makale bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Başvurucu, Bask böl­gesinde işlenen cinayetlerin ve yapılan saldırıların uzun bir listesini vererek başlamış, sonra bu eylemlerin cezalandırılmadan kaldığını vurgulamış; adını verdiği değişik aşırı örgütlerin bu olaylara karıştığını iddia etmiş; ve son olarak sorumluğu Hükümete yüklemiştir. Tıpkı Casstells'in iyi niyetini göstere­bilmesi gibi, aslında bu iddiaların çoğunun ispat edilebileceği de kuşkuludur.

Başvurucunun göstermek istediği delilleri Yüksek Mahkeme kabul etmiş olsaydı, yargılama sonucunun ne olacağını bilmek mümkün değildir. Ancak Mahkeme, söz konusu suçlar için bu tür delillerin kabul edilmemiş olmasına büyük önem vermektedir.Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğüne böy­lesi bir müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığını kabul et­mektedir.

49. Hükümet ayrıca, verilen cezanın çok yumuşak oluşuna dayanmıştır. Ancak Mahkeme'nin vardığı sonuca göre bu argümanı incelemesi gerekme­mektedir.

Özetle, Mahkeme 10. maddenin ihlal edildiği görüşüne varmıştır.

10. madde ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlali iddiası

51. Casstells ayrımcılık mağduru da olduğunu, çünkü her hangi bir yaptı­rımla karşılaşmaksızın başka kişilerin benzer görüşleri ifade ettiklerini iddia etmiştir. Casstells Sözleşme'nin 14. maddesine dayanmıştır. Hükümet ise bu iddiayı reddetmiştir.
52. Bu sorun davanın temel bir yönü olmadığı için, Mahkeme ayrıca bu sorunla ilgilenmeyi gerekli görmemektedir.

Sonuç olarak Mahkeme, Sözleşmenin 10. maddesine aykırılık tesbit etmiştir.

Mahkeme ayrıca başvurucunun mahkeme kararının basında yayınlanması ve adli sicil kaydının silinmesi ile ilgili taleplerini bu yönde bir yetkisi olmadığı gerekçesiyle reddetmiş, maddi zarar tesbit edemediği gibi, rakam belirtilmeden istenen manevi tazminatında ihlalin tesbit edilmiş olmasının yeterli olduğu gerekçesiyle kabul etmemiştir.

Mahkeme masraflarının ise sadece 2 milyon pesatalık bölümünün Casstells’e verilmesine hükmetmiştir.

Değerlendirme

1979 yılında İspanya’nın, özellikle Bask bölgesinin durumu göz önüne alındığında, sürekli faili meçhul cinayetler işlenmekte, bir çok Basklı sokaklarda feci şekilde dövülmekte, bir çoğu da kaybolmakta ve bir daha da izine rastlanmamaktadır. Bu bölgedeki insanlar güvenlikten uzakta, huzursuz ve yakınlarını, dostlarını kaybetmenin yanında sürekli bir ölüm korkusuyla yaşamaktadırlar. Ayrıca bu olaylarla ilgili hiçbir fail yakalanamamakta ve hiçbir gelişme kaydedilememektedir. Bu bölgenin temsilcisi konumunda olan hukukçu ve politikacı Casstells, bu yaşananlar konusunda kendisini görevli ve sorumlu hissetmekte ve bu düşünceyle görüşlerini biraz sert şekilde bir makale ile ifade etmektedir.

Şu bir gerçek ki, bugünün İspanya’sında yazılacak bu tür bir makale herhangi bir soruşturma açılmasını dahi gerektirmeyecektir. Ancak o dönemin koşullarında hükümette sert bir çıkış yaparak Casstells’in cezalandırılması için elinden geleni yapmıştır.

Burada önemli bir konuda Casstells’in yazdığı olayların ispat edilip edilmeyeceği ve edilmesi gerekli ise bunun kimin tarafından yapılacağı konusudur. Her ne kadar İspanyol yargısı buna gerek duymamış ve İnsan Hakları Mahkemesinde bu konuda görüş belirtilmemişse de, bu olayların bölgede zaten bilindiği ve bir gerçek olduğu açıkça anlaşıldığına göre bunun kanıtlanmasını gerektirecek bir durum da yoktur.

Casstells’in makalesi sert bir eleştiri niteliğindedir. Siyaset yapılmamakta, belki de devletin konunun üzerine daha ciddi gitmesi amaçlanmaktadır. Bu nedenlerle Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği görüşüne katılmamak mümkün değildir.

İlgili Mevzuat   (İspanya)

1978 Anayasası

Madde 14: Bütün İspanyol vatandaşları hukuk önünde eşittir. Soy, ırk, cin­siyet, inanç veya bir nedene veya kişisel veya sosyal koşullara dayanan bir ayrımcılık yapılması yasaktır.

Madde 18: 1. Kişinin şerefi, özel ve aile yaşamı ve isminin kullanılmasını denetleme hakkı korunur.

Madde 20: 1. Aşağıdaki haklar tanınır ve korunur:
(a) düşünceleri, fikirleri ve görüşleri, sözlü, yazılı veya her hangi bir çoğalt­ma aracıyla serbestçe ifade etme ve yayma hakkı;
...

(d) doğru bilgileri her hangi bir yayın aracıyla edinme ve iletme hakkı.Vic­dani sebepleri ileri sürme hakkı ve mesleki gizlilik hakkı yasayla düzenlenir.

2. Bu hakların kullanılması önceden denetlemeye tabi tutulamaz.
...

4. Bu özgürlükler, bu Başlıktaki diğer hakları, özellikle kişinin şeref hakkını, özel ve aile yaşamına saygı hakkını, isminin kullanılmasını denetleme hakkını ve çocukları ve gençleri korumak amacıyla uygulama kanunlarıyla sınırlanır.

Madde 23(1): Vatandaşlar kamu yaşamına doğrudan ve aralıklı olarak yapı­lacak genel seçimlerde temsilcilerini seçerek dolaylı olarak katılma hakkına sahiptir.

2. Ceza Kanunu

25 Haziran 1983 tarihli ve 8/1983 sayılı Teşkilat Yasası, Ceza Kanu­nunu değiştirmiştir. Bu yasa, Hükümeti tahkir suçlarının aşağıdaki şekilde cezalandırılmalarını öngörmüştür:

Madde 161: Aşağıdaki fiilleri işleyenler uzun süreli hapis cezası ile cezalandı­rılır [altı yıldan on iki yıla kadar - Ceza Kanunun 30. maddesi]:
1. Hükümeti (...) ağır bir biçimde tahkir eden, haksız yere suçlayan veya tehdit edenler (...);
2. (...)

Madde 162: Bir önceki Maddede sözü edilen tahkir veya tehdit ağır değilse, kısa süreli hapis cezası ile cezalandırılır [altı ay bir günden altı yıla kadar ­Ceza Kanunun 30. maddesi].

Bu hükümler ,Ceza Kanununun ayrı bir kısmında yer almaktadır. Sözü edi­len kısım yetki esasına dayanmakta ve Devletin üst düzey görevlilerinin ya­şamları, özgürlükleri ve şerefleri için daha güçlü bir koruma öngörmektedir. Hükümeti haksız yere suçlama 1983'ten önce bulunmamakta idi.

Ceza Yasasının II. Kitabının X. Babında, tahkir etme ve haksız yere suçlama fiilleri tanımlanmaktadır. Bir kimseyi haksız yere suçlama fiili, şikayet bulunmaksızın kovuşturulabilen suçlar kategorisine girmektedir (Ceza Kanununun 453. maddesi). Öte yandan bir kimseye özellikle bir suç fiili isnat ederek onu itibardan düşüren veya aşağılanmaya maruz bırakan bir ifade veya eylem olan tahkir, şikayet yapılması halinde kovuşturulabilir (Ceza Kanununun 457 ve 458. maddeleri). Bu ayrımın pratik önemi, ispat hakkı hak­sız yere suçlama fiillerinde kabul edilmişken kamu görevlilerinin görevlerinin icrasına yönelik tahkirler hariç, tahkir suçlarında kabul edilmemiş olmasıdır.(Ceza Kanununun 461. maddesi).

Yüksek Mahkeme 31 Ekim 1983 tarihli kararında, Devletin üst düzey ku­rumlarından birinin tahkir edilmesi fiili ile bağlantılı olarak, ilkin ilgili memur hakkında ve ikinci olarak ceza hukukuna göre bu alanda daha fazla ko­rumadan yararlanan kurumlar hakkında ispat hakkı istenemeyeceğini belir­tmektedir.

İNSAN HAKLARI VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERİ KORUMAYA DAİR AVRUPA SÖZLEŞMESİ

Madde 6

Adil yargılanma hakkı

1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.

3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:

a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;

b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;

c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;

e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşmadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.

Madde 7
Cezaların yasallığı

1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

2. Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.

Madde 10
İfade özgürlüğü

1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.

Madde 14
Ayırımcılık yasağı

Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.





© Abchukuk'ta yer alan çalışmaların telif hakları tamamen eser sahiplerine aittir. Bu çalışmalardan faydalanan konuklarımız, çalışmaların telif hakkı konusunda eser sahiplerinin tüm talep ve açıklamalarını kabul ettiklerini beyan ve taahhüt ederler. Hakları saklı tutulmuş eserler sahiplerinin izni olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, ilgili kişilerden izin alınmaksızın ticari amaçlarla kullanılamaz. Bu sayfalardan okuyucu olarak veya her ne suretle olsun yararlanan tüm konuklarımız, bu sayfalarda yer alan tüm yükümlülük ve talepleri kabul ettiklerini ve bunlara aykırı davranışlarının hukuki ve cezai sorumluluklarını doğuracağını anladıklarını kabul ve taahhüt ederler.

Her hakkı saklıdır. Abchukuk ©2001-2006