En iyi hukuk rehberi

Ana Sayfa | Ekonomi | Hukuk Programları | Hukuk-Haber | Hukuk-Mizah | Linkler | Makaleler
MAKALE

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE SİYASİ PARTİ KAPATMA DAVALARI

Doç. Dr. Mehmet Turhan
Anayasa Mahkemesi Raportörü

Yirminci yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişme bireyin ulusal hukuk öznesi olması yanında, insan hakları alanında uluslararası hukukun da öznesi durumuna gelmeye başlamasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada insanın insan olarak değerini kabul etmeyen ve insanlar arasında eşitliği reddeden görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması için insan haklarına saygılı bir düzenin yerleştirilmesi gerektiği zorunlu görülmüştür. Bu görüşlerle kurulan Birleşmiş Milletlerin 1945 yılında kurulmasından sonra, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafindan Insan Haklari Evrensel Bildirisi kabul edilmiştir. Insan Haklari Evrensel Bildirisi 20. Yüzyilin en önemli gelişmelerinden biridir. Ancak belirtmek gerekir ki, insan haklari konusunda çok önemli bir yere sahip olmasina ve dünya toplumunun insan haklari alanindaki özlemini yansitmasina ragmen, bu Bildiride yazili hak ve özgürlükleri uygulamaya koyacak ve bunlari gerçekleştirecek bir hukuksal mekanizma veya düzen yoktur.[1]

 

Avrupa Konseyi, kuruluşu ile birlikte insan haklari konusunda bir sözleşme hazirlamayi kendine bir görev edinmiştir. Insan Haklari Evrensel Bildirisinden esinlenerek hazirlanan Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi, Bildiriden daha dar kapsamli olmuştur. Ancak bu Sözleşme uluslararasi hukuka büyük bir katkida bulunmuş ve uluslararasi hukukta yeni gelişmelere yol açmiştir. Türkiye’nin de taraf olduğu “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 4 Kasım 1950’de imza edilmiş, 3 Eylül 1953’te yürürlüğe girmiş ve 18 Mayıs 1954’te de Türkiye tarafından onaylanmıştır. Kısaca “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” de denilen bu Sözleşme iç hukukumuzun bir parçasi durumundadir.[2]

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi insan haklarinin hukuksal açidan korunmasi konusunda en güçlü uluslararasi belge niteligindedir. Bu sözleşme Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin yorumlariyla gelişmiş ve günümüze gelmiştir. Bu organlarin içtihatlari sözleşmeye hem içerik kazindirmiş hem de yaşam vermiştir. Günümüzde bu Sözleşmeye taraf devletler bakimindan Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin “hukuk devleti” ve “demokratik toplum” görüşlerini benimseyip yaşama geçirmeden demokratik bir hukuk devleti olmanin bir yolu kalmamiştir.

 

Türkiye’de Siyasi Partilerin Hukuksal Statülerinin Tarihsel Gelişimi:

Osmanli Imparatorlugu döneminde ilk siyasal amaçli örgütler ulusal bagimsizliklarini kazanmak amaciyla azinliklar tarafindan kurulmuştur. 1876 Anayasasi dernek özgürlügünü tanimamaktaydi ve bu nedenle de hukuksal olarak siyasi partilerin kurulmasina olanak yoktu. II. Meşrutiyetten sonra 1909 yilinda “Kanunu Esasi”de yapılan değişiklikle dernek özgürlüğü tanınmıştır. 3 Ağustos 1909 tarihinde 310 sayılı Cemiyetler Kanunu ile Anayasanın tanı­dığı dernek özgürlüğü düzenlenmiştir. 310 sayılı Yasaya göre, siyasi partiler dahil her türlü derneğin milli olmaması, kavim esasına dayanmaması ve gizli olmaması gerekiyordu. Ancak bu Yasa dernek kurmayı izne bağlamamaktaydı.

 

Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 Anayasası’nın 70. maddesi dernek kurma hakkını Türklerin doğal haklarından biri olarak ilan etmekteydi. Bu dönemde II. Meşrutiyette çıkarılmış olan 310 sayılı Cemiyetler Kanunu, 1923 yılında 335 sayılı Yasa ile değiştirilmiş ve daha sonra 387 sayılı Yasa ile yapılan deği­şikliklerle 1936 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Ayrıca belirtilmelidir ki, dernekleri düzenleyen bir Yasa da 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanundur. 1938 yılında kabul edilen 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu derneklerin kurulmasını izne bağlamaktaydı. 3512 sayılı Yasada 1946 yılında 4919 sayılı Yasa ile değişiklik yapılarak serbestlik ilkesine dönülmüştür.

 

27 Mayıs 1960 tarihinde Milli Birlik Komitesinin iktidara el koymasından sonra yapılan 1961 Anayasası ile birlikte ilk kez siyasi partiler anayasal bir statüye ve güvenceye kavuşturuldular. 1961 Anayasası uyarınca çıkarılması gereken siyasi partilerle ilgili yasa, 13 Temmuz 1965 yılında kabul edildi. 648 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, 1961 Anayasası döneminde uygulandı. Böylece ülkemizde ilk kez siyasi partiler derneklerden ayrılarak özel olarak düzenlenmiş oldu. 12 Eylül 1980 harekatı sonucunda kabul edilen 1982 Anayasası da partilere yer veren bir anayasadır. Anayasanın kabulünden sonra Kurucu Meclis tarafından 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu kabul edildi. Siyasi partilerin statüleriyle ilgili kurallar, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasasından ibaret değildir. 2820 sayılı Yasanın 121. maddesine göre Medeni Yasa ile Dernekler Yasası ve dernekler hakkında uygulanan diğer yasaların Siyasi Partiler Yasasına aykırı olmayan hükümleri partiler hakkında da uygulanır.[3]

 

Devlet yaşamında önemli bir yeri olan siyasi partilerin anayasada düzenlenmesinin ve partilerin kapatılmaları hakkındaki davaların Anayasa Mahkemesinde görülmelerinin en önemli nedeni siyasi partilere hukuksal güvence sağlamaktır. Bilindiği gibi Demokrat Partinin hukuksal açıdan sona erişi parti üyelerinden Cemal Özbey’in kongrenin zamanında yapılmamış olduğu ve partinin dağılmış olduğu gerekçesiyle açtığı dava üzerine, 29 Eylül 1960 günü Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kararla gerçekleşmişti.[4] Gerek 1961 Anayasası gerek 1982 Anayasası ve bu anayasalara dayanılarak çıkarılan 648 ve 2820 sayılı yasalar, siyasi partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları, denetimleri ve kapatılmaları konusunda son derece ayrıntılı kurallar getirmişlerdir. Getirilen bu sistemde siyasi partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca izleneceği ve gerektiğinde kapatılmaları için Anayasa Mahkemesinde dava açılacağı öngörülmüştür. [5]

 

Anayasa Mahkemesi’nin İnsan Hakları Sözleşmeleriyle İlgili Görüşü:
Anayasa Mahkemesinin insan hakları sözleşmeleriyle ilgili vardığı sonuç, son zamanlarda Mahkemede bir değişme eğilimi görülmekteyse de,[6] parti kapatma davalarında şu olmaktadır: Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri hiçbir biçimde "ülke ve ulus bütünlüğünü" bozucu, irtica yanlısı görüşlere olur vermez. Bu görüşlerin kapatma nedeni olabilmesi için şiddet ve terörle açık ve yakın bir bağlantı içinde olması da, Anayasa Mahkemesine göre gerekli değildir. Anayasa Mahkemesine göre, zaten bu görüşler toplum ve ülke için son derece tehlikeli görüşlerdir ve bu nedenle de partiler tarafından ileri sürülmemelidirler.

 

Anayasa Mahkemesi DEP kararında bu konuda şunları söylemekteydi:
"Anayasa Mahkemesi birçok kararında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Avrupa Sosyal Haklar Temel Yasası'na yollamada bulunmuştur. İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme kapsamındaki hak ve özgürlükler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da güvence altına alınmıştır. Hakları kullanmanın, özgürlüklerden yararlanmanın sınırsız olmadığını vurgulayan İnsan Hakları Evrensel Demeci'nin 29 ve 30. maddeleri, içerik olarak demokratik düzeni yıkıcı söz ve eylemlere karşı sınırlamalar getirilmesinin ve önlemler alınmasının dayanağıdır” [7]

 

Anayasa Mahkemesi bu kararda uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle ilgili olarak bazı temel ilkeler saptamıştır. Bu temel ilkeler şunlardır:

 

"a. Ulusal ve üniter devletin etnik farklılıklara göre tartışılması uluslararası hukuksal belgelerce de yasaklanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesi bu konuda son derece açıktır. Ayrıca bu sözleşmenin 17. maddesi özellikle bu konuyla ilgilidir. Son olarak, Birleşmiş Milletler'e üye devletlerin katılımlarıyla Haziran 1993'de Viyana'da gerçekleştirilen Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda yayınlanan deklarasyonda da bu konuda sınırlama getirilmiştir.

 

b. Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi de Federal Cumhuriyetin varlığını tehlikeye atan veya temel demokratik düzeni yok etmeye yönelik faaliyetlerde bulunan siyasal partileri kapatma yetkisine sahiptir. Ve Almanya Anayasa Mahkemesi hem Komünist Parti'yi hem de Faşist Parti’yi bu gerekçelerle kapatmıştır.

 

c. Avrupa hukuk düzenlemelerinde de, bir ulus bütünlüğü içinde yer alan etnik grupların ırkçılığa dayalı ayrımcılığı kabul edilmemektedir. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin korunması ancak anayasal hakları yok edecek siyasal faaliyetlerin (örgütlenmelerin) önlenmesi ile mümkündür. Bu aynı zamanda çoğulculuğun da korunması anlamına gelir.

 

ç. Fransız Anayasa Konseyi, Korsika'ya özel statü tanıyan Yasa'nın iptali ile ilgili kara­rında, Fransız vatandaşlarından oluşan ‘Fransız Halkı’nın mütemmim cüzî (tamamlayıcısı olan) ‘Korsika Halkı’ kavramını reddetmiş ve söylenmesi gerekenin ‘Kanunen bölünmesi mümkün olmayan Fransız Halkı’ olduğunu vurgulamıştır.

 

d. Siyasi Partilerin faaliyetleri, demokratik düzende güvence altına alınmışlardır. Çağımız partiler demokrasisi çağıdır. Ancak bu demokrasilerin kendilerini korumaları anlamına da gelir. Siyasi partilerin hukuk devletinin sağladığı güvencelerden yararlanabilmesi, ancak Anayasaya uygun davranmaları ile mümkündür.

 

e. Halkların eşit ve kendi kaderlerini tayin etme haklarıyla kültürel hakların kullanılmasında, demokratik sistemle idare edilen vatandaşlarına bireysel düzeyde temel ve siyasal hakları eşit düzeyde sağlamış ülkeler için; Devlet, ülke, ulus ve siyasal birlik esas alınmakta, bunları bozan her türlü eylemlere hukuksal dayanak verilmemekte ve yasaklanmaktadır.

 

f. Demokratik toplumlarda temel hak ve özgürlükler için esas ölçüt bireydir. Bunun etnik gruplar için ulusal hakka dönüştürülmesi, bu şekilde Devlet, ülke ve ulusu parçalama hak ve özgürlüğünden söz edilmesinin bir dayanağı olamaz.

 

g. Uluslararası birlikteliğin gelişmesine yönelik çalışmaların geliştiği bir süreçte ulusal birlikteliklerin parçalanması düşünülemez ve her iki olgunun birbirinin karşıtı olduğu söylenemez.”[8]

 

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesine göre, siyasi partilerin kapatılmalarına diğer çağdaş demokratik ülkelerde de rastlanmaktadır. Türkiye'de siyasi partiler Anayasada değiştirilmesi yasaklanan, uluslararası üstün hukuk kurallarına da uygun olan, devletin tekliği, ülkenin bütünlüğü ve ulusun birliğini değiştirmeyi amaçlayan çalışmalarda bulunamazlar. Anayasa Mahkemesine göre bu düşüncelerin siyasal tercih ya da düşünce özgürlüğü kapsamında görülmesine olanak yoktur.

 

Kanımca Anayasa Mahkemesinin bu görüşünü benimsemeye ve insan hakları açsından yerinde bulmaya olanak yoktur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, insan hakları özgürlük düşüncesinin bir ifadesidir. Avrupa’da entelektüel mirasın bir bölümünü doğal hukuk düşüncesi oluşturmuştur. Doğal hukuk düşüncesi insan hakları kavramını ortaya çıkarmıştır. İnsan hakları birey ile devlet arasındaki ilişkide ortaya çıkar, yani doğal hukuk kuramının ortaya çıkardığı doğal haklar önce ulus devlet içinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu haklar olumsuz nitelikte haklar olup bireyi devlete karşı koruyan haklardır. Günümüzde bu hakların gerçekleştirilmesi demokratik devletin en önemli ahlaksal haklılığı olarak düşünülmektedir.[9]

 

Bu açıklamalardan sonra ülkemizde yaygın olan bir yanlışa değinmek isteriz. Ülkemizde insan hakları dendiğinde sürekli olarak niye bu haklar içinde toplumun hakları ve devletin hakları düşünülmüyor diye eleştirilmektedir. Yine bu görüşe göre, nasıl olurda bir siyasi parti devletin resmi görüşünün dışında “devlet için tehlikeli” bir görüş savunur ve bu da insan haklarindan yararlanir. Kanimca bu yanliş bir görüştür; çünkü insan haklari kişiyi (tüzel kişiler de dahil) devlete karşi koruyan ve esasta olumsuz nitelikte haklardir.

 

Yaptigimiz bu kisa sapmadan ve saptamadan sonra Anayasa Mahkemesinin yukarda aktardigimiz görüşlerini Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin son kararlari karşisinda irdelemek gerekmektedir. Ancak bundan önce ya­pilmasi gereken parti kapatma davalarinda Siyasi Partiler Yasasinin kurallari yerine Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin uygulanabilip uygulanamayacaginin tartişilmasi yerinde olacaktir.

 

Siyasi Partiler Yasasinin Kurallari Yerine Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin Uygulanmasi Sorunu:

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin hukukumuzda iki yönü vardir. Bir yönü Anayasanin 90. maddesi geregince Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin "yasa hükmünde" sayilmasidir. Ama diger yönüyle ise bu sözleşme Anayasanin "Temel Haklar ve Ödevler" kisminin genel hükümlerinin genel gerekçesinde yapilan atif nedeniyle anayasal sistemimizin bir unsurudur ve yasalarin üstünde yer alir. Anayasanin "Temel Haklar ve Ödevler" kisminin genel hükümlerinin genel gerekçesinde "insan hak­lari ve temel hürriyetlerin" Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi göz önünde tutularak dü­zenlendigi belirtilmiştir.

 

Anayasanin 15. maddesinde, savaş ve benzeri durumlarda bile temel hak ve özgürlükle­rin kullanilmasinin ancak uluslararasi yükümlülüklerin ihlal edilmemesi koşuluyla durdurulabileceginin belirtilmiş olmasi, bize insan haklari sözleşmelerine anayasal bir üstünlük tanindigini göstermektedir.[10]

 

Gerek 1961 gerek 1982 Anayasalarinda yer alan usulüne uygun yürürlüge konmuş uluslararasi Antlaşmalar yasa hükmündedir kuralindan açikça anlaşilmaktadir ki, Türk hukuk düzeninde Antlaşmalar yasa gücündedir ve dogrudan uygulanir. Yani Antlaşmalarin dogrudan uygulanmalari için bir başka düzenlemeye gerek yoktur. Yine Anayasanin 90. maddesine göre "Bunlar hakkinda Anayasaya aykirilik iddiasi ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz." Bu kural da Antlaşmalarin yasalarin üstünde oldugunu bize göstermektedir.

 

Anayasamizin Antlaşmalar konusunda getirdigi düzen ve uluslararasi hukuktaki gelişmelerin sonucu dikkate alinarak durum şöyle özetlenebilir: 1) Antlaşmalar iç hukukun bir parçasidir. 2) Antlaşmalar iç hukukta kendiliginden uygulanabilir; ayrica bir düzenleme yapilmasina gerek yoktur. [11] 3) Antlaşmalarin Anayasaya aykiriliklari ileri sürülemez. Anayasaya aykiri da olsalar uygulanirlar. 4) Anayasaya aykiriliklari ileri sürülemeyen Antlaşmalarin kendilerinden sonra çikan yasalara aykiriligi nedeniyle uygulanmamasi Anayasanin getirdigi sisteme ters düşer. Çünkü bunun aksi düşünüldügünde, Antlaşmadan sonra yürürlüge giren Anayasa Antlaşmayi degiştiremeyecek, buna karşilik Antlaşmadan sonra yürürlüge giren yasa Antlaşmayi degiştirebilecek gibi kabul edilemez bir çelişki ortaya çikacaktir.

 

Antlaşmalarin yasa degerinde oldugunu söylemek, Antlaşmalarin yasayla degiştirilecekleri anlamina da gelmez. Antlaşmalar yasa ile degil, ancak kendi koyduklari kurallara ve yöntemlere göre degiştirilebilir veya ortadan kaldirilabilir. Ne Anayasanin ne de yasanin Antlaşmayi degiştirebilmesi mümkündür. O halde, Antlaşmalar ve özellikle de insan haklari antlaşmalari ulusal hukuk normlarindan üstündür ve bu antlaşmalarin yargi yerlerince öncelikle uygulanmalari gerekir. Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi bu nedenlerle parti kapatma davalarinda uygulanmasi gereken hukuksal metinler arasindadir. O halde, Siyasi Partiler Yasasindaki hükümler Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki kurallarla uyuşmuyorsa, Anayasa Mahkemesi yasadaki kurallar yerine Sözleşme hükümlerini uygulamak durumundadir. [12]

Türkiye 1987 yilinda Sözleşmenin bireysel başvuru hakkini ve 1989 yilinda da Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin zorunlu yargi yetkisini tanimiştir. Böylece de Sözleşme Türkiye bakimindan tam olarak işler bir duruma gelmiştir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Türkiye için baglayici kararlara verebilmektedir. Bu dahi bize bu Sözleşmenin mahkemelerce uygulanmasi gerektigini göstermektedir.

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin Siyasi Partiler Yasasinin üstünde yer aldigini 1982 Anayasasinin yorumundan da çikarabiliriz. Anayasanin 2. maddesi Türkiye Cumhuriyetini demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak nitelendirmektedir. Yine bu maddede Türkiye Cumhuriyeti’nin “insan haklarına saygılı” bir devlet olması gerektiği vurgulanmıştır. Anayasanın 13. maddesinin ikinci fıkrası temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel ve özel sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağını hükme bağlamaktadır. Bu maddelerde sözü geçen demokrasinin bu Anayasanın tanımladığı değil, çağdaş ve insan haklarına dayalı demokrasi olduğu belirtilmelidir.[13] Yine belirtilmelidir ki, özgürlüklerin sınırlandırılmalarının sınırının bir ölçütü olarak kabul edilmiş bulunan “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden aktarılmış bir ölçüttür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki aynı madde numarasına sahip olan ve nerdeyse bu maddenin aynen çevirisi durumunda olan temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulmasını düzenleyen 15. maddede savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla” durumun gerektirdiği ölçüde özgürlüklerin askıya alınabileceği hükme bağlanmıştır. Bu maddede yer alan “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerden” kast edilen kuşkusuz Türkiye’nin imzaladığı insan hakları ile ilgili sözleşmelerdir. Bu sözleşme­ler arasında da en önemli yeri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tutmaktadır. O halde, 1982 Anayasasının kendisinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini özgürlüklerin sınırlandırılmasında yasalardan önce başvurulması ve uygulanması gereken bir belge olarak kabul ettiğini söylemek gerekir. Bu nedenlerle Anayasa Mahkemesi parti kapatma davalarında Siyasi Partiler Yasasından önce, eğer bu Yasa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırıysa, Sözleşmeyi uygulamak durumundadır.

 

Bu konuyu, bizim de katıldığımız, Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Haşim Kılıç’ın Refah Partisi Kararına yazdığı Karşıoy Gerek­çesi’nden aktaracağımız şu alıntı ile bitirmek istiyorum: “...doğrudan uygulanabilen normlar ihtiva eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinin Türk Mahkemeleri tarafından uygulanması zorunludur. Türkiye’nin de bireysel başvuru hakkini tanimak suretiyle yetkisini kabul ettigi sözleşmedeki karar organlarinin Sözleşmenin ihlâl edildigine karar verebilmesi ve temel haklari ihlâl eden ülkeyi mahkûm edebilmesi bu zorunluluğu daha da belirginleştirmektedir”. [14]

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları İle Anayasa Mahkemesi Kararlarının Uyumu Sorunu

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hukuk tekniği açısından uluslararası bir Antlaşmadır. Bu Sözleşmeyi imza eden devletler bazı yükümlülükler altına girmişlerdir. Bu Sözleşmenin temel özelliği, alışılmışın dışında, doğrudan doğruya bireylere bazı haklar tanımasıdır. Sözleşme bireye haklarını çiğneyen devlete karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine  başvurma olanağı sağlamaktadır. 11. Protokol ile Sözleşmede yeniden bir yapılanma ortaya çıkmıştır. 11. Protokol İnsan Hakları Komisyonunu ve İnsan Hakları Mahkemesini sözleşme metninden çıkarmış ve bunların yerine devamlı görev yapan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” kurmuş­tur. 11. Protokol 1 Kasim 1998 günü yürürlüge girmiştir. [15]

 Uluslararasi hukukta insan haklarini çignemesi nedeniyle bir devletin uluslararasi yarginin önüne çikarilmasi uzun yillar kabul edilmemiştir. Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi bu konuda bir devrim yapmiş ve devletler kendi yetki alanlari içinde bulunan bireylerin hak ve özgürlüklerinin Sözleşmeye uygun olarak korunmasindan sorumlu tutulmuştur. Böylece, insan haklarinin etkin olarak korunmasi ulusal düzeyden uluslararasi düzeye geçmiş ve birey uluslararasi hukukta ilk kez hak sahibi olmuştur.

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi iç hukukumuzun bir parçasi oldugundan yargi yerlerince özellikle ve öncelikle uygulanmak durumunda bulundugundan, Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesi kararlari ile Anayasa Mahkemesi'nin kararlarinin birbiriyle uyumu sorunu önemli bir sorun olarak ortaya çikmaktadir.

 

Jacgues Robert'in IX. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Genel Raporu'nda belirttigi gibi, Anayasa Mahkemeleri bütünüyle bagimsiz ve yüksek mahkeme statüsüne sahiptirler. Yine şu da belirtilebilir ki, gerek uluslarüstü yargi organlari gerek Anayasa Mahkemeleri ihtiyatli davranmalari veya düşüncelerin dogal uyumu nedeniyle Avrupa'da çogunlukla ayni hukuksal sonuca varmaktadirlar.[16] Örnegin, Ispanya Avrupa içtihat hukukunu dogrudan kararlarina aldigi 50 olay oldugunu belirtmektedir. Belçika'da Anayasa Yargisi yapan "Hakem Mahkemesi" tabii çocuklarin miras haklari ile ilgili 4 Haziran 1991 tarihli kararinda, Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin 13 Temmuz 1979 tarihli Marckx kararini oldugu gibi almiştir. Bunun üzerine, Mahkeme 4 Haziran 1991 tarihli kararinda (Vermeire v. Belgium) Belçika'nin görüşünü kabul etmiştir. [17]

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin elinde uygulayacagi bir tek anayasal araç vardir: Bu da Avrupa Insan Haklari Sözleşmesidir. Buna karşilik anayasa mahkemeleri ise esasta ulusal anayasalara göre karar verirler. Kisaca söylemek gerekirse, anayasa mahkemeleri anayasalari, Avrupa Mahkemesi de Sözleşmeyi yorumlar. Her iki metnin esasta veya bütünüyle birbirinin ayni olmasina ragmen farkli yorumlanmalari mümkündür. Özellikle bu duruma temel haklarin iç hukuktaki korunmasinin Sözleşmenin korunmasinin ötesinde ve üstünde oldugu durumlarda rastlanmaktadir. Ancak bazi durumlarda da Avrupa Insan Haklari korumasi iç hukuktaki korumadan daha güçlü olabilir. Ne yazik ki, ülkemiz şu an bu konumdadir.

 

Sözleşmeye taraf olan devletin Anayasa Mahkemesi belirli bir yasayi Anayasaya aykiri bulmamasina ragmen, bu önlemin ve uygulamanin Avrupa Mahkemesince Sözleşmeye aykiri bulunmasi durumuyla karşilaşilabilmektedir. Bunun önemli nedenlerinden biri dene­timde kullanilan ölçülerin zaman zaman farkli olmasi olabilmektedir. Arzu edilen ve genel­likle de olan Strasbourg organlari ile anayasa mahkemelerinin içtihatlarinin uyumlu olmasidir. [18]Anayasa Mahkemesinde uygulanan yargilama usulünün veya Anayasa Mahkemesi kararinin da Sözleşmeyi ihlâl etmesi olasiliginin var olabilecegi de belirtilmelidir.

 

Sözleşmeyi yorumlamada yetkili organ Avrupa Insan Haklari Mahkemesi oldugundan, eger mümkünse bu organin yorumuna uygun karar vermek anayasa mahkemeleri açisindan en dogru yol olacaktir. Yani eger Anayasada yer alan hükmün benzeri Sözleşmede de yer almaktaysa ve Avrupa Mahkemesi bunu belirli bir biçimde yorumlamaktaysa, bu yoruma uygun davranmak ve ona göre karar vermek gerekir. Avrupa Mahkemesinin içtihadini bile bile, Anayasada bunun aksine bir hüküm bulunmadikça, tersine bir yorumda bulunmak akillica da olmayacaktir; çünkü bu durumda her zaman bireysel başvuru yoluyla Avrupa Insan Haklari Mahkemesine başvurabilmek olanagi vardir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin Türkiye'deki Parti Kapatmalarla Ilgili Kararlari:

Bir siyasi partinin kapatilmasi karari Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin önüne götürüldügünde, denetleme Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde yapilmaktadir. Avrupa Mahkemesi incelemelerini sadece Sözleşme hükümleri içinde kalarak yapmaktadir. Şu da belirtilmelidir ki, gerek başvuran taraf gerek savunmadaki hükümet tarafi Avrupa Mahkemesi önünde Sözleşme ve Protokollerinden başka bir dayanaga sahip de degillerdir. Bu bakimdan, bir siyasi partinin kapatilmasi kararinin öncelikle Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci fikrasi hükümleriyle bagdaşir olmasi gerek­mektedir.

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci fikrasinin hükmü, "ulusal güvenlik", "kamu güvenligi", "suçun önlenmesi" ve “başkalarinin hak ve özgürlüklerinin korunmasi" gibi sebeplerle, örgütlenme hak ve özgürlügünün yasayla kisitlanabilecegini benimsemiş ancak, anilan kisitlama sebepleri de, "demokratik toplum" kriteriyle sinirlandirilmiştir. Bir başka deyişle, örgütlenme hak ve özgürlügünün her kisitlanma sebebi, demokratik bir toplum için gerektigi zaman ve ölçüde kullanilmalidir. Aksi halde kisitlama Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin sinirlarini aşar ve Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin ihlali sonucunu yaratir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi demokratik toplumun “çoğulculuk ve hoşgörü” temellerine dayandığı görüşünde­dir. [19]

 

Bir siyasi partinin kapatılması söz konusuysa, örgütlenme hak ve özgürlüğünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan "ulusal güvenlik", "kamu güvenliği" ve “başkalarinin hak ve özgürlüklerinin korunmasi" gibi kisitlama sebeplerine dayanilarak bunun somutlaştirilmasi gerekir. Ulusal güvenligin korunmasi sebebine dayanmak için, örgütlenmenin, ülke topraklarini parçalamaya yöneldigi ve bu amaca yönelik hareketlerin bölge barişini bozma egilimi gösterdigi veya komşu devletlerin düşmanca amaçlarina hizmet edildigi delillendirilmeli; kamu güvenliginin korunmasi sebebini ileri sürebilmek için ise, parti örgütünün terörü destekledigi veya yönettigi, halk arasinda kin ve husumet duygularini körükledigi ispat edilmelidir. Yine, başkalarinin hak ve özgürlüklerinin korunmasi sebebine dayanabilmek için de, terörle örgütün (partinin) baglantisi kanitlanmalidir.

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 17. maddesi, Sözleşmede (ve ek Protokolde) öngörülen hak ve özgürlüklerden hiçbirisinin bu hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya belirlenenden daha çok kisitlanmasi amaçlari için kullanilamayacagini ifade etmiştir. Hemen kaydedilmelidir ki, anilan madde, Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin içtihatlarinda yaygin bir uygulama alanina sahip bulunmamaktadir. Bu nedenle Türkiye tarafindan yapildigi gibi bu maddeye sik sik siginmaya çalişmamak gerekir.

 

17. maddenin amaci, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinde öngörülen hak ve özgürlüklerin korunmasidir. Egemen görüşe göre, 17. madde Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin özgürlükçü hukuk devleti sistemini tehdit edecek şekilde kullanilamaz.[20] 17. madde Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki hak ve özgürlüklerin yok edilmesine olanak vermemekle birlikte, bu aykiri amaca yönelmiş olan kişileri de, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki hak ve özgürlüklerden yoksun birakamaz. Örnegin, örgütlenme hakki, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin korudugu demokratik düzeni tahrip amaciyla kullanilamaz. Ancak devlet, demokratik düzenin tahribine yönelmiş olanlari, kişisel özgürlük ve güvenlik (5. madde) ve adil yargilanma (6. madde) haklari gibi temel bi­reysel haklardan mahrum etme yetkisine de sahip degildir.[21]

 

Avrupa Insan Haklari Komisyonu, Fe­deral Alman Anayasa Mahkemesi'nin 17.8.1956 günlü Komünist Partisinin kapatma karari üzerine yapilan başvuruyu, sadece Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 17. maddesine dayanarak reddetmiştir. Avrupa Insan Haklari Komisyonu bu kararda, Federal Alman Anayasa Mahkemesinin davali partinin proletarya ihtilalini ve diktatörlügünü amaçladigini, Komünist Partisinin kendi açiklamalarina dayanarak saptadigina dikkat çekmiş; komünist kuramin da bunu teyit ettigini belirtmiş ve sonuç olarak da diktatörlügün hiçbir biçimde Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi ile bagdaşmadigini vurgulamiştir. Avrupa Insan Haklari Komisyonu bu kararda Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 9., 10. ve 11. maddelerinin ve ikinci fikralarinin uygulanmasini gereksiz bulmuştur. [22]

Avrupa Insan Haklari Komisyonu bu karardan sonra bir daha 17. maddeyi tek başina hiçbir davada uygulamamiştir. Avrupa Insan Haklari Komisyonu, artik olayla ilgisi bulunan Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin bir kuraliyla birlikte 17. maddeyi uygulamayi yeglemektedir. Avrupa Insan Haklari Komisyonunun yerleşik anlayişina göre, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 17. maddesi hak ve özgürlükleri yok etmek amacina ulaşilmasini kolaylaştiran haklari kapsar. Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 10. maddesinde yer alan düşünce özgürlügü veya 11. maddesindeki örgütlenme hak ve özgürlügü totaliter amaçlar için kötüye kullanilabilir. Buna karşilik 5. maddede yer alan kişi özgürlügü ve güvenligi veya 6. maddedeki adil yargilanma hakki niteligi geregi totaliter veya antidemokratik amaçlar için kullanilamaz. O halde, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki hak ve özgürlükler totaliter veya antidemokratik amaçlar için kullanilabilip kullanilamayacaklarina göre ayrilirlar. Bunlardan kötüye kullanilabilecek olanlar 17. maddenin kapsamina girer. Kapsama girmeyen veya kötüye kullanilmayan bir hak veya özgürlügün kisitlanmasi ise, Sözleşmeye aykirilik oluşturacaktir. Hiç kuşkusuz bir hak veya özgürlügün kötüye kullanildigi veya özgürlük düzeninin tahribinin amaçlandigi hep kanitlanmasi gereken konulardir. De Becker kararinda vurgulandigi gibi, demokratik sisteme ve özgürlükçü düzene yönelik tehdidin de sürekli ve ciddi bir nitelik taşimasi gerekir.[23] 

 

Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi açisindan, bir siyasi parti ancak antidemokratik ve totaliter amaçlarla özgürlükçü düzeni yok etmeye yönelmişse ve ciddi bir tehlike yaratiyorsa özgürlükçü demokratik hukuk devletini korumak için kapatilabilir. Bu konuda, totaliter egilim, irkçilik, halk arasinda kin ve düşmanlik yaratmak, terörizm gibi olgularla siyasi parti arasinda baglanti kurulmasi önemlidir. Kapatilan siyasi partinin, özgürlükçü düzeni yok etmeye veya tahribe yöneldigi kanitlanirken, kapatma kararinin hukuki dayanaklarinin (Siyasi Partiler Yasasi gibi) da özgürlükçü ve çogulcu demokrasiyi koruma işlevi gördügü ortaya konulmalidir.

 

Siyasi parti kapatma davalarinda önemli bir Sözleşme hükmü de Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 10. maddesidir. Bu maddeye göre, "Herkes görüşlerini açiklama ve anlatim özgürlügüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlügü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sinirlari söz konusu olmaksizin haber veya fikir almak ve vermek özgürlügünü içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bagli tutmalarina engel degildir.” Bu maddenin ikinci fıkrası ise, bu özgürlüğün nasıl sınırlandırılabileceğini göstermektedir: “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.” Sözleşmenin bu 10. maddesini anlayabilmek için Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin kararlrina bakmak gerekir.

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi çeşitli kararlarinda düşünceyi ifade özgürlügünün demokrasilerdeki önemini vurgulamiştir:

"Düşünceyi açiklama özgürlügü demokratik toplumun önemli temellerinden birini, bu toplumun ve her insanin gelişiminin temel koşulunu oluşturur. Sözleşmenin 10. maddesi, ikinci fikradaki koşullara tabi olarak, yalniz uygun ve iyi olarak düşünülen veya zararsiz veya önemsiz sayilabilecek "haber" ve "düşünceler" için degil, ayni zamanda Devleti veya toplumun herhangi bir bölümünü şok eden, gücendiren veya rahatsiz eden düşünceler ve haberler için de geçerlidir ve uygulanmalidir. Bunlar çogulculuk, hoşgörü ve açik fikirli olmanin gerekleri olup, bu özellikler olmadan herhangi bir "demokratik toplum" düşünülemez”. [24]

 

Sözleşmenin 10. maddesindeki düşünceyi ifade özgürlügü mutlak bir hak degildir. 10. maddenin ikinci fikrasinda yazili meşru amaçlarla sinirlandirilabilir. Dikkat edilmesi gereken husus sinirlandirmanin yalniz bu ikinci fikradaki amaçlarla yapilabilecegidir. Bunun yaninda yapilan sinirlandirma için demokratik ­toplum açisindan bir zorunluluk var olmalidir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi ancak düşünceyi ifade özgürlügüne müdahaleyi önündeki davadaki koşullar ve gerçekler açisindan bir gereklilik oldugu konusunda ikna edilebilirse onaylamaktadir [25] Bir müdahalenin "zorunlu" olmasi için, o müdahalenin makul ve arzu edilebilir olmanin ötesinde de bir şeyler taşimasi gerekir. Yani yapilan sinirlama için "önemli ve zorunlu bir sosyal gereksinim" gösterilmelidir. Ayrica, özgürlüge müdahale gerçekleştirilmek istenen meşru amaçla veya amaçlarla ölçülü ve müdahale için gösterilen nedenler ilgili ve yeterli olmalidir [26]Önemli bir konu da, Avrupa Insan Haklari Mahkemesine göre, düşünceyi açiklama özgürlügü çok önemli bir özgürlük oldugundan, sinirlandirma yapilirken gerekli olan bütün özen gösterilmelidir.

Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin Piermont davasinda söyledikleri oldukça ilginçtir. Bir Alman vatandaşi olan Piermont Avrupa Parlamentosu üyesidir ve Fransiz Polenezyasi'nda yerel bagimsiz ve anti-nükleer bir hareketin bir yürüyüşüne katilir. Bu sirada da bu ülkede seçimler yapilmaktadir. Bu yürüyüşte Piermont Fransa'nin Pasifik'te yapmakta oldugu nükleer denemeleri kinayan bir konuşma yapar. Basin bu konuşmaya oldukça geniş bir yer verir. Piermont tam Yeni Kaladenyo'ya gitmek için uçaga binerken, Piermont'a bir daha Polenezya'ya giremeyecegi ve ülkeyi hemen terk etmesi gerektigi; çünkü bir yabanci olarak yeterli duyarliligi ve özeni göstermedigi bildirilir. Bu nedenlerle Piermont'un Yeni Kaledonya'ya gitmesi de yasaklanir.

 

Fransiz hükümeti bu tür bir önlemin Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fikrasinda belirtilen düzeninin saglanmasi amaciyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için alindigini belirtir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Fransa'nin deniz-aşiri yerlerinde gergin bir siyasal ortamin ve seçimlerin yapiliyor olmasi­nin bir miktar agirlik taşiyacagini belirtmiştir. Ancak Piermont'un yasal ve barişçi bir göste­ride konuştugunu ve yaptigi konuşmada hiçbir biçimde şiddete yer vermedigini sürekli bariştan söz ettigini; ama anti-nükleer bir görüşü savundugunu, bu görüşün birçok siyasi parti tarafindan da savunuldugunu ve bu nedenlerle bu görüşlerin Polenezya'da demokratik tartişmaya canlilik getirecegini belirtmiştir. Yine Mahkeme yapilan bu konuşmadan sonra her­hangi bir düzensizligin ve olaylarin ortaya çikmadigini vurgulamiştir. Bu nedenlerle Mahkeme Fransiz hükümetinin aldigi önlemi Sözleşmenin 10. maddesine aykiri bulmuştur. [27]

 Bu açiklamalardan sonra, Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin Türkiye Birleşik Komünist Partisi, Sosyalist Parti ve ÖZDEP ile ilgili verdigi kararlari inceleyebiliriz. Bu üç karar da Türkiye ve Anayasa Mahkemesi açisindan son derece önemli kararlardir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararinda ilk olarak, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 11. maddesindeki haktan siyasal partilerin yararlanip yararlanamayacaklarini incelemiştir. Söz­leşme, "Herkes ... dernek kurmak, ayrica çikarlarini korumak için ... sendikalar kurmak ... haklarina sahiptir.” demektedir. Bu hüküm sendikaları kurulabilecek örgüt örneklerinden biri olarak saymakta ve açıkça örgütlenme özgürlüğünün başka biçimlerde de kullanılacağını göstermektedir. Bu nedenle de, Mahkeme Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bu maddenin sendikalara atıf yapması nedeniyle siyasal partilere uygulanamayacağı yolundaki savını reddetmiştir. Daha da önemlisi Mahkeme siyasal partilerin demokrasilerin düzgün ve doğru bir biçimde işleyebilmesi için temel örgütler olduğunu vurgulamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre sözleşme sistemi içinde demokrasinin önemi göz önüne alınacak olursa, 11. maddenin siyasal partileri kapsadığından kuşku duyulamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal makamların devletin anayasal yapısını yok etmeye çalıştığını söylediği siyasal partiler dahil, her türlü derneğin bu Sözleşmenin korumasından yararlanacağını belirtmiştir.[28]

Mahkeme, bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Başlangıcında “Aynı inancı taşıyan ve siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü konularında ortak bir mirası paylaşan Avrupa devletlerinin hükümetleri...” sözcüklerinin yer aldığını belirterek, bu hususların öncelikle de ulusal anayasalarda hükme bağlandığını ve bağlanması gerektiğini açıklamıştır.

 

Mahkeme, Sözleşmenin 1. maddesine göre, Sözleşmeye taraf olan her Devletin kendi yetki alanları içinde her kişiye bu Sözleşmede yer alan hak ve özgürlükleri tanımak zorunda olduğunu vurgulamıştır. Sözleşmeye taraf olan Devletlerin siyasal ve kurumsal örgütleri, bu nedenle, Sözleşmede yazılı bulunan hak ve özgürlüklere saygı göstermek durumundadır.

 

Siyasal partilerin kapatılabilmeleri, o devlette örgütlenme özgürlüğünü ve bunun sonucu olarak da, demokrasiyi doğrudan etkiler. Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme sisteminde demokratik toplumu korumanın gerekleri ile kişisel haklar arasında bir uyuşmanın veya orta yol bulmanın gerekliliğini belirtmiştir. Bu uyuşmanın dernek özgürlüğü açısından ortaya çıkabilmesi için Sözleşmenin 11. maddesinin sınırlamanın nasıl yapılacağını gösteren 2. fıkrasına uygun olması gerekir.

 

Mahkeme, daha önce de çeşitli kararlarında belirttiği gibi, Sözleşmenin teorik veya aldatıcı değil, pratik ve etkili bir biçimde hakları garanti altına aldığını yeniden vurgulamıştır. Eğer dernek özgürlüğü sadece dernek kurmayla sınırlı olsaydı, o zaman bu özgürlük teorik ve hayali bir özgürlük olarak kalırdı. Çünkü ulusal makamlar dernek kurulur kurulmaz hemen o derneği kapatabilirlerdi. Demek ki dernek özgürlüğü sadece kurulmayı değil faaliyeti de kapsar.

 

11. Maddeye uygunluk sorunu Mahkemece şöyle ele alınmıştır:

(i) Bir müdahalenin veya engellemenin olup olmadığı?

Mahkeme önündeki olayda dernek özgürlüğüne bir engellemenin veya müdahalenin olduğunun açık olduğunu belirtmektedir.

(ii) Acaba yapılan müdahale haklı sayılabilir mi?

Eğer dernek özgürlüğüne yapılan müdahale yasa tarafından yapılmazsa, 11. maddenin ikinci fıkrasında yazılı meşru amaçlar güdül­mez ise veya demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmazsa bu maddenin ihlali olarak değerlendirilmelidir.

(a) Sınırlamayı yasanın belirlemesi.

Mahkeme bu konuda bir tereddüt olmadığını, çünkü Anayasa Mahkemesinin TBKP'ni Anayasa'nın 2., 3/1., 6., 6., 10/1. ve 14/1. ve eski 68. maddesiyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78. 81 ve 96 (3) maddelerine dayanarak kapattığını belirtmiştir.

(b) Meşru amaç:

T.C. Hükümeti davada dernek özgürlüğüne yapılan müdahalenin bir çok meşru amaç taşıdığını belirtmiştir: Ulusal güvenlik, kamu güvenliği, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak gibi.

Mahkeme de, aynen Komisyon gibi, TBKP'nin kapatılmasında izlenen "meşru amaçlar"dan en azından birinin, "ulusal gü­venliğinin korunması" olduğunu düşünmektedir. O halde, bu amaç veya sınırlama nedeni­nin "demokratik toplum düzeninin gerekleri"ne aykırı olmaması gerekir.

(c) "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"

(i) Genel İlkeler

Mahkeme, 11. maddenin özgürlükler içinde özerk bir rolü olduğunu ve belli bir uygulama alanına sahip bulunduğunu kabul etmekle birlikte, bu davada 11. maddenin 10. maddeyle birlikte ele alınması gerektiğini düşünmekte­dir. Düşüncelerin korunması ve ifade edilmesi özgürlüğü, 11. maddedeki dernek kurma ve toplanma özgürlüğünün amaçlarından biridir.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre çoğulculuk olmadan demokrasi olamaz. 10. madde, yani düşünceyi ifade özgürlüğü, ikinci fıkrasındaki sınırlamalar ile sadece olumlu veya zararsız veya umursanmayacak "düşünceler" ve "bilgiler ve haberler"e değil, aynı zamanda rahatsız edici şok etkisi yapan ve taciz edici "düşünceler"e, "bilgilere ve haberlere"de tatbik edilmeli ve bu tür ifadeler bu maddenin korumasından yararlanmalıdır. Faaliyetleri düşünceyi ifade özgürlüğünün kolektif kullanımının bir parçasını oluşturan siyasal partiler de doğal olarak, Sözleşmenin 10 ve 11. maddelerinin korumasından yararlanacaklardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, Devlet çoğulculuk ilkesinin en son garantörüdür. Mahkemeye göre Avrupa kamu düzeninin en önemli ve temel özelliğini demokrasi oluşturur.

 

Sözleşmedeki 8,9,10. ve 11. maddelerdeki özgürlüklerin kullanımının sınırlandırılması "demokratik toplum düzeninin gereklerine” aykırı olmamalıdır. O halde bu maddelerdeki özgürlüklere müdahaleyi haklı kılabilecek tek gereklilik tipi, “demokratik toplum"dan kaynaklanan gereklilik olabilir. Sözleşmede düşünülen tek bir siyasal model vardir, o da demokrasidir. Bu nedenle, sinirlamalar demokratik toplum düzeniyle uyumlu olmalidir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesine göre, ifade özgürlügü demokratik toplumun esaslarindan birini oluşturur. Düşünceyi açiklama özgürlügü bunun yaninda her bireyin kendini ger­çekleştirmesinin ve ilerlemesinin temel koşullarindan birini oluşturur.

 

 Avrupa Insan Haklari Mahkemesine göre bu söylenenlerin bir sonucu olarak, 11. maddede belirtilen sinirlandirma sebepleri siyasal partiler söz konusu oldugunda dar yorumlanmalidir. Sadece inandirici ve zorunlu nedenler siyasal partilerin örgütlenme özgürlügünün sinirlandirilmasini hakli kilabilir. 11. maddenin ikinci fikrasindaki anlamda bir gereklilik olup olmadiginin saptanmasinda Sözleşmeye taraf Devletler sinirli bir degerlendirme veya takdir yetkisine sahiptirler. Devletlerin bu sinirli degerlendirme yetkisi, hem yasalarin, bagimsiz mahkemelerce verilen kararlarda dahil olmak üzere, hem de uygulamalarin siki bir Avrupa denetimiyle birlikte gerçekleştirilmesini gerekli kilar.

 

Mahkeme ulusal otoritelerce yapilan sinirlamalari incelerken, yapilan bu sinirlamalar meşru amaçlar gütseler dahi, özgürlüge getirilen sinirlamanin bu amacin zorunlu veya gerekli kilindigindan fazla olmamasina bakilmasi gerektigini söylemektedir. Yani mutlaka amaç ve sinirlama orantisi olmalidir. Daha açik bir deyişle sinirlama "ölçülü" olmalidir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi ilk olarak TBKP'nin faaliyetine başlamadan Anayasa Mahkemesince kapatildigini ve kapatma kararinin Partinin tüzügü ve programi nedeniyle verildigini belirtmiştir. Mahkemeye göre, Anayasa Mahkemesi karari incelendiginde Partinin veya liderlerinin gerçek amaçlarinin gizlendigini gösteren hiçbir kanitin da olmadigi anlaşilmaktadir. Mahkeme de ulusal otoriteler gibi dernek özgürlügüne yapilan müdahaleyi sözü edilen belgelere bakarak yapmiştir. Yani sadece program ve tüzük incelenmiştir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi sadece Anayasa Mahkemesinin kapatma kararina gerekçe teşkil eden iki nedeni incelemiştir. Çünkü diger nedenler Anayasa Mahkemesince kapatmaya gerekçe olmamiştir.

(i) Bunlardan ilki, TBKP'nin 2820 sayili Yasanin 96. maddesinin son fikrasinin ihlal ettigi iddiasidir. Bu fikraya göre Komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, irk, mezhep ve bölge adlariyla veya ayni anlama gelen adlarla da siyasi partiler kurulamaz veya parti adinda bu kelimeler kullanilamaz. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi parti adinda komünist sözcügü yer aldi diye, bu kadar önemli ve sert bir yaptirimin o partiye uygulanmasini, eger kapatma için başka koşullar yoksa, kabul etmemektedir. Şu da belirtilmelidir ki 17 Agustos 1956 günü Alman Anayasa Mahkemesince kapatilan Alman Komünist Partisi TBKP'den farklidir. TBKP adi komünist olmasina ragmen, demokrasiyi ortadan kaldirma amaci taşimamaktadir ve yine bu Parti siyasal çogulculugu yok etmek arzusunda da degildir. TBKP'nin Türk toplumu ve Türk Devleti için gerçek bir tehlike oluşturdugu or­taya konmadan sadece adi nedeniyle kapatilmasi Sözleşmenin 11. maddesine aykiridir.

(ii) Anayasa Mahkemesinin kabul ettigi ikinci kapatma nedeni TBKP'nin ayrilikçi bir parti olmasi ve Türk ulusunu bölmeyi amaçlamasidir. Anayasa Mahkemesine göre, TBKP'nin program ve tüzügünde Türk ve Kürt uluslari arasinda ayirim yapilarak azinlik yaratma amaci açiga çikmaktadir. Anayasa Mahkemesine göre, Lozan Antlaşmasi ile kabul edilenler dişinda bir azinlik yoktur ve olamaz. Partinin yaptigi bu Türk ve Kürt uluslari biçimindeki ayrim Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlügüne aykiridir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi, Partinin programinda Kürt "halki" ve "ulusu" ve Kürt "vatandaşlari" sözcüklerinin yer aldigini; ancak bunlarin bir azinlik olarak tanimlanmadigini ve böyle bir savda da bulunulmadigini belirtmektedir. Mahkeme, Partinin "Kürt varligi"nin sadece kabul edilmesinden başka bir şey istemedigini vurgulamaktadir. Kürtlere özel bir takim haklar taninmasi istegi veya Kürtlerin Türk halkindan ayrilmasi hakkinin verilmesi gibi istemlere de Programda yer verilmemiştir. Tam tersine, Partiye göre Kürt halkina karşi yapilacak ayrimcilik ortadan kaldirilacak olursa, Türkler ve Kürtler mutlaka bariş içinde birlikte yaşayacaklardir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi demokrasinin temel özelliklerinden birinin, şiddete başvurmadan ülkenin sorunlarina diyalog yoluyla çözümler bulma oldugunu belirterek, bazen bu çözümlerin can sikici ve hoşa gitmeyen şeyler olabilecegini, ama buna katlanilmasi gerektigini belirtmiştir. Demokrasinin temeli düşünceyi ifade özgürlügüdür ve yine demokrasinin yaşamasi ifade özgürlügünün saglanmasina baglidir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi partinin programinin, o partinin gizli amaçlarini ve objektiflerini gizledigi savinin kolayca bir kenara atilamayacagini; ancak Partinin gizli amaçlarinin olup olmadigini anlayabilmek için de o partinin faaliyetlerine bakmak gerektigini vurgulamiştir. Bu davada TBKP'nin programinin uygulamada ne şekle bürünecegi anlaşilamamaktadir. Çünkü Parti kurulur kurulmaz, faaliyete dogru dürüst başlayamadan kapatilmiştir. Herhangi bir faaliyet söz konusu olmadigina göre, TBKP'nin Türkiye'nin terörizm sorununa olumsuz bir katkisinin oldugunu iddia etmek de mümkün degildir.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesine göre, Sözleşmenin 17. maddesini bu davada göz önüne alip uygulama olanagi yoktur, çünkü TBKP'nin programinda Sözleşmede yazili hak ve özgürlükleri ortadan kaldirmak amaciyla Sözleşmedeki özgürlüklere dayanildigini gösterir herhangi bir şey bulunmamaktadir. Yukarda açiklanan gerekçelerle, Avrupa Insan Haklari Mahkemesi, Parti faaliyete dahi geçmeden,TBKP'nin hemen ve temelli olarak kapatilmasi yaptirimiyla karşilaşmalarini ve liderlerine getirilen siyasal yasaklari ölçüsüz ve bu nedenle de demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bulmamiş ve kapatma yaptiriminin uygulanmasini Sözleşmenin 11. maddesinin ihlali olarak görmüştür.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Sosyalist Partisi kararinda da TBKP kararindaki görüşleri aynen tekrarlamiştir.[29] Bu nedenle bu kararin özetlemesine gerek yoktur. Anlaşilan o ki, Mahkeme parti kapatmalari konusundaki içtihadini artik oluşturmuştur. Anayasa Mahkemesi parti kapatma davalarindaki görüşünü degiştirmedigi sürece bundan sonraki davalarin nasil sonuçlanacagini bilebilmek için kahin olmaya gerek yoktur.

 

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi Sosyalist Partisi kararinda da demokrasinin temel özelliklerinden birinin şiddete başvurmadan ülkenin sorularina diyalog yoluyla çözümler bulma oldugunu belirmiştir. Önerilen çözümlerin bazen hoşa gitmeyen ve can sikici öneriler olabilecegini de belirten Mahkeme, buna katlanilmasi gerektigini vurgulamiştir. Mahkeme Sosyalist Partinin Türk ve Kürt kesimlerini kapsayan bir federal devlet kurulmasi düşüncesini ve Kürt halkinin kendi kaderini tayin hakkina sahip oldugu yolundaki görüşleri de "bölünmez bütünlüge" aykiri görmemiştir.[30]

 

Sosyalist Parti kararinda Mahkeme TBKP kararindan farkli olarak manevi tazminata hükmetmiştir. Bunun nedeni, Mahkemeye göre, Sosyalist Partinin dört yil boyunca faaliyette bulunmuş olmasidir. Bu nedenle de Mahkemeye göre bir zarara ugrama söz konusu olmuştur.[31]

Avrupa Insan Haklari Mahkemesi 8 Aralik 1999 günü Anayasa Mahkemesinin kapattigi partilerden biri olan ÖZDEP hakkinda da Türkiye aleyhine karar vermiştir. Avrupa Mahkemesi Türkiye’nin Sözleşmenin 11. maddesini ihlal ettigini saptamiştir. Bu kararda da Avrupa Mahkemesi ÖZDEP’in programında yazılanların partinin esas amacını gizleyebileceğini kabul etmektedir. Ancak Mahkemeye göre bu görüşü destekleyecek parti eylemleri ortaya konmadıkça, bu partinin resmi söyleminin samimi olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kötü niyet kanıtlanamadığından ÖZDEP düşünceyi ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırılmış olmaktadır. Demokrasi düşünceyi ifade özgürlüğü üzerinde yeşeren ve büyüyen bir şeydir. Bu açıdan bakıldığında bir siyasi partinin bir siyasal grubu, Devletin nüfusunun bir bölümünün konumunu kamu önünde tartışmak istemesini ve bu bölümün sorunlarına herkesi tatmin edecek çözümler bulmaya çalışmalarını engellemek haklı olamaz.[32]

 

Avrupa’daki önemli bir gelişmede Avrupa Konseyi Genel Sekreterliginin istegi üzerine hazirlanan Siyasal Partilerin Yasaklanmasi, Kapatilmasi ve Benzer Önlemler Hakkinda Temel Ilkeler adli rapordur. Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin parti kapatma konusundaki yaklaşiminin özlü bir anlatimi bu raporda bulunabilir. Bu rapordaki bazi ilkelerin aktarilmasinda yarar vardir.

 

Her şeyden önce bu rapora göre, siyasi partilerin yasaklanmasi ve kapatilmasi şiddeti savunan ve/veya anayasal düzeni yikmak için şiddet kullanan ve böylece anayasada yer alan hak ve özgürlükleri tehlikeye sokan siyasi partiler için söz konusu olmalidir. Buna karşilik bir siyasi partinin anayasada veya yasalarda degişiklik yapilmasini savunmasi tek başina bir partinin kapatilmasi için yeterli olmamalidir.

 

Bir siyasal parti üyelerinin bireysel davranişlarindan sorumlu tutulmamalidir. Üyenin davranişi eger partinin yetkili organlarinin destegine sahipse veya bu davraniş partinin programinin sonucu ise parti üyesinin eylemleri dikkate alinabilir.

 

Yine rapora göre bir siyasal partinin kapa­tilmasi önlemine en son çare olarak başvurulmalidir. Kapatma dişinda başka önlemlerle tehlikenin önlenip önlenemeyecegi gözden geçirilmeli ve ölçülülük ilkesine uyulmalidir. Yine yasaklama veya kapatma karari “adil yargılama” sonucunda verilmelidir. [33]

Sonuç:

Ülkemizdeki siyasi partiler hukuku gerek Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası gerek Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlarla birlikte son derece dar bir alana sıkışmış bulunmakta­dır. Bu alandaki liberalleşme sınırlı olmuştur. En önemli liberalleşme 1995 Anayasa değişikliğidir. Anayasada yapılan bu değişiklik uzun bir gecikmeden sonra, 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile “Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile Siyasi Partiler Yasasına yansıtılmıştır.[34] Daha önceki liberalleşmeler de şunlardır: 1980 öncesi politikacılarından önemli bir bölümüne konan siyasal faaliyet yasağının (Anayasa'nın geçici 4. maddesi) halk oylamasıyla sona erdirilmesi ve 16.10.1981 günlü Siyasi Partilerin Feshine Dair Yasa'nın yürürlükten kaldırılmasıdır. [35]

Bakır Çağlar Anayasa Mahkemesi'nin 36. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle düzenlenen Sempozyuma sunduğu tebliğde bu konuda bizim de katıldığımız şunları yazmıştır:

"'Demokratik Toplum düzeni' dizaynında siyasi partilerin yeri, İnsan Hakları Avrupa Komisyonu'nun, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) 'N.Sargın ve N.Yağcı Türkiye'ye karşı' davası ile ilgili raporunda (3 Eylül 1996) ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin 'Sosyalist Parti ve Diğerleri Türkiye'ye karşı' Davasında verdiği kararda (25 Mayıs 1998) tartışıldı. Strasbourg Mahkemesi kararında, Türk Devleti'nin Resmi İdeolojisi ve yapısının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukuku'na uygunluğunu sorguladı ve 'Demokratik Toplum Düzeni'nde bu ideoloji ve yapılara 'Karşı-proje' üreten partilerin de siyasi arenada yer alması gerektiği sonucuna vardı.

 

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 'Sosyalist Parti ve Diğerleri Türkiye'ye karşı Davası'nda verdiği 25 Mayıs 1998 tarihli kararda, 'Demokratik Toplum Düzeni'ni tanımlarken, toplantı ve dernek kurma hürriyetini (İnsan Hak­ları Avrupa Sözleşmesi m.11), düşünceyi açıklama hürriyetinin (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10) tezahür şekillerinden biri saydı ve bir siyasi parti projesinin-Türklerle Kürtlerin eşit temsil edildiği 'federal sistem'in-devletin örgütlenme biçimine, Anayasa İdeolojisine aykırı bulunsa bile, demokrasiyi tahrip etmeyi amaçlamadığı, şiddete çağrıda bulunmadığı sürece, Sözleşme Hukuku korumasından yararlanması gerektiği sonucuna vardı. Kararda 'Piermont' şablonu çok net.

 

Kısaca, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Komisyon Kararları birlikte okunursa, Strasbourg'da mahkum edilen Türkiye'nin mücadeleci ya da 'militan Demokrasi' anlayışı. Komisyon'a göre yasaklanabilir partiler, sadece 'İhtilalci' ve 'Irkçı' partiler. Bu durum, Türkiye'nin Siyasi ve Hukuki topografyasını derinden etkileyecek ciddi bir türbülans alanı." [36]

 23.7.1995 günü kabul edilen 4121 sayılı yasa ile Anayasanın 68. Ve 69. maddelerinde yapılan değişikliklerle birlikte siyasi parti faaliyetlerine bir miktar serbesti getirilebilmiş ve parti kapatma güçleştirilmeye çalışılmıştır.[37] 1995 Anayasa değişikliğinden sonra bir siyasi partinin kapatılabilmesi üç nedenle mümkündür. Eğer bir partinin tüzüğü ve programı Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunursa o parti hakkında temelli kapatma kararı verilebilir. Bunun yanında bir siyasi partinin Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikte fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilebilir. Üçüncü kapatma nedeni ise, bir siyasi partinin yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım almasıdır. Anaya­sanın 68. maddesinin dördüncü fıkrası aynen şöyle bir hüküm içermektedir: “Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.” 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile değişik Siyasi Partiler Yasası siyasi partilerin kapatılmalarını yukarda açıkladığımız 1995 Anayasa değişikliğine uygun olarak yeniden düzenlemiştir. Ancak Anayasa Mah­kemesi Siyasi Partiler Kanununun 12.8.1999 günlü, 4445 sayılı Yasa ile değiştirilen 103. maddesinin 2. fıkrasını Anayasanın 69. mad­desine aykırı bularak iptal etmiştir. İptal edilen 103. maddenin ikinci fıkrası “odak olmayı” tanımlayarak parti kapatmayı bir miktar güçleştirmekteydi. Ama hâlâ bu üç kapatma nedeni dışında Siyasi Partiler Yasasının 104. maddesinde Anayasa Mahkemesine “Diğer sebeplerle başvuru”nun kabul edilmesi ve verilecek “ihtar” kararına uyulmaması durumunda o partinin kapatılabileceği öngörülmektedir. Yani Anayasada kapatma nedenlerinin tahdidi sayılmış olmasına rağmen, Siyasi Partiler Kanununda Anayasada yazılı olmayan nedenlerle kapatma mümkün olabilecektir.

 

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla uyumlu olabilmek için bir partiyi sadece tüzük ve programına bakarak kapatmamak gerekmektedir. Program ve tüzük nedenleriyle kapatmalarda Anayasa Mahkemesinin yapması gereken kapatılması istenen partinin Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı hükümlere aykırı bir “amaç güdüp gütmedi­ğine” bakmak olmalıdır. Kapatmak istenen partinin programında veya tüzüğünde, Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı hükümlere aykırılık olup olmadığını anla­mak için ise, o partinin eylemlerini incelemek gerekir. Ve bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bu konuda açık kanıt aramak gerekir. Ya da partinin programında yer alan hususun açıkça suç oluşturması veya suça teşvik eder nitelikte olması gerekir.

 

Kanımca Anayasa Mahkemesinin parti kapatma davalarında artık özgürlükleri esas alan “hak eksenli” bir yaklaşimi benimsemesi zamani gelmiştir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir tutumu benimsemesi Zühtü Arslan’ın da belirttiği gibi,[38] Mahkemenin meşruiyetini güçlendirecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesinin varlık nedeni siyasal iktidar karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır.

 

 Anayasa Mahkemesinin bundan böyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını dikkate alması gerekmektedir. Bu kararların ışığında Anayasa Mahkemesi Sözleşmenin benzer ihlallerini önleme çabası içinde olmalı­dır. Yani yapılması gereken Sözleşmenin 11. maddesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yorumladığı biçimiyle uygulanmasıdır. Bu yapıldığı takdirde her iki mahkeme arasındaki uyumsuzluk ortadan kalkmış olacaktır. Siyasi parti kapatma davaları “düşünceyi açiklama özgürlügü” bazında ele alınmalı ve “amaç”, eski deyişle “niyet”, cezalandırılmamalı; mutlaka eyleme bakılmalıdır. Yani partinin amacını saptamak için o partinin faaliyeti de incelenmelidir.

 

Bülent Tanör Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu başlıklı yapıtında "...Anayasaların ve yasaların kıstığı hak ve özgürlükler ile, insanın insan olarak sahip olduğu varsayılan evrensel ve dokunulmaz hak ve özgürlükler arasındaki fark büyüdükçe, 'insan hakları' eksenli terminoloji de ön plana çıkmaktadır." [39] demektedir. Gerçekten de Türkiye'de özellikle 1982 Anayasasından sonra insan hakları sorunu hemen hemen sürekli olarak siyasal gündemimizin ön sıralarında yer almıştır. İşkenceden sonra Batılıların Türkiye’yi en çok eleştirdigi insan haklari sorunlarinin başinda “siyasi parti kapatma davaları” yer almaktadır. Kanımca siyasi parti kapatma davalarının ve davaların kapatmayla sonuçlanmalarının çokluğu hem ülkemizin aydınlarını hem de Batılı toplumları rahatsız etmektedir. Türkiye'nin çağdaş dünyada yerini alabilmesi için mutlaka bu sorunu aşması gerekmektedir. Kuşkusuz Türkiye bu sorunu aşabilmek için gerekli demokratik biri­kim ve donanıma sahiptir.

 

Donna Gomien Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ilgili yazdığı kısa yapıtta bu sözleşmeyi şöyle değerlendirmektedir: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa’daki bütün insan hakları rahatsızlıklarında kullanılabilecek her derde deva bir araç değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden hemen sonra hazırlanmış olması nedeniyle, bu söz­leşme sadece kişi ve kişinin temel haklarını koruma üzerine odaklaşmıştır. Bunun bir so­nucu olarak, ekonomik ve sosyal haklar konusu başta olmak üzere, günümüzün en can alıcı insan hakları sorunlarına hukuksal bir perspektif getirmekten uzaktır. Ama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bu sınırlılıklarına rağmen, hem politikacıların hem de hukukçuların bu sözleşmenin ortaya çıkardığı insan hakları geleneğine sarılmaları ve sözleşmenin bu büyük başarısını daha da geliştirmek için çalışmalıdırlar”.

 

[1] Bkz.: Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara, 198l; İlhan Akın, Te­mel Hak ve Özgürlükler, İ.Ü. Hukuk Fakül­tesi Yayını, İstanbul, 197l.

[2] Feyyaz Gölcüklü ve Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Turhan Kitapevi, Ankara, 1998.

[3] Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul, 1997, s.311-313; Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1976, s.27-30.

[4] Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, s. 274.

[5] Bkz. Siyasi Partiler ve Demokrasi Sempozyum: TESAV Yayınları, Ankara, 1995.

[6] Bu değişim kendini Anayasa Mahkemesinin Ali Haydar Veziroğlu’nun “Demokratik Barış Hareketi Partisi” hakkındaki kapatma istemini reddinde göstermektedir. Bkz. E.1996/3 (Siyasi Parti Kapatma), K.19997/3, k.t. 22.5.1997, Resmi Gazete, 2 Haziran 2000, Sayı:24067, s. 13-53.

[7] E. 1993/3,K.1994/2 (Siyasi Parti Kapatma), k.t.16.6.1994, AMKD Sayı 30/2, s.1207 

[8] Aynı karar, s. 1211-1212. Ayrıca bkz. E.1996/1 (Siyasi Parti Kapatma), K.1997/1, k.t. 14.2.1997, Resmi Gazete, Sayı:23384, 26.6.1998, s. 77-78.

[9] Ludger Kühnhardt, “European Courts and Human Rights”,Constitutionalism and Democracy, Douglas Greenberg, Stanley N. Katz, Melanie Beth Oliviero, Steven C. Wheatley, (der.) Oxford University Press, New York, l993, s.126-127.

[10] Haşim Kiliç’ın Refah Partisi kararında yazdığı karşıoyu. Bkz. E.1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1998/1, k.t. 16.1.1998, Resmi Gazete, Sayı: 23266, 22.2.1998, s. 285

[11] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi Anayasanın 90. maddesine atıfta bulunarak sözleşmelerin iç hukukumuzla bütünleşerek bağlaşıcılık kazandığını ve bu nedenle kendiliğinden uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Bkz. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, E. 1993/8217, K.1994/6585, k.t. 11.7.1994, Yargıtay Kararlar Dergisi, Cilt: 21, Sayı:1, Ocak 1995, s.24-26 

[12] Bakınız: Rıza Türmen, “Avrupa İnsan Hakları Söz­leşmesi’nin İç Hukukumuza Etkileri”, Anayasa Yar­gısı (Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayınları, 2000), s.32­-40). Rıza Türmen bu konuda şunları belirtmektedir: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bütün taraf devletler için, başka devletlere bağlı olmaksızın var olan, nesnel yükümlülükler getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Avrupa’nın kamu düzenini temsil ettiğini vurgulamıştır. Böyle olunca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile iç hukuk arasındaki ilişkide, sonraki yasa (lex posteriori) ya da özel yasa (lex specialis) kurallarının geçerli olmayacağı kanısındayım. Bunun ötesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa’da bir ortak hukuki alan yaratmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları ve bu kararlarda belirlenen esaslar bütün Avrupa ülkelerinde geçerli olan ortak hukuki standartları yansıtmaktadır. Avrupa Birliği üyeliğine aday olan Türkiye’nin bu ortak hukuki alan dışında kalması olanağı yoktur. Türk yargı organlarının da kendilerini ulusal sınırları aşan daha büyük bir hukuki topluluğun bir üyesi olarak görmeleri önem taşımaktadır “ (s. 37).

[13] Mehmet Turhan, “Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1991), s.401-439.

[14] Haşim Kılıç’ın Refah Partisi Kararındaki Karşıoy Gerekçesi. E.1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), K.1998/l,k.t. 16.1.1998, Resmi Gazete, 22.2.1998, Sayı: 23266, s. 285.

[15] 11. Protokol ile değiştirilmiş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kısa ve özlü bir açıklaması konusunda bakınız: Donna Gomien, Short Guide to the European Convention on Human Rights, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1998.

[16] Jacgues Robert, "Constitutional and International Protection of Human Rights: Competing or Complementary Systems? General Report", Human Riahts Law Journal (31 March 1994) Vo1.15 No.l-2 s.21.

[17] Ibid,. s. 21-22.

[18] Robert, Genel rapor, (HRLJ), s.22-23.

[19] Bkz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 7.12.1976 günlü Handyside Kararı; Seri A, No.24.

[20] Francis G. Jacobs ve Robin C. A.White, The European Convention on Human Rights, Clarenden Press, Oxford, 1996, s.310-312.

[21] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1.7.1961 günlü Lawless kararı, Seri a, Vol. 3, s. 45-46.

[22] Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun 20.7.1957 günlü kararı, Yearbook I, s. 223-224.

[23] De Becker davası, 18.9.1961 tarihli karar, Yearbook 4, s. 324, 338.

 [24] Handyside v.United Kingdom, 24 Eylül 1976 tarihli karar, Series A no. 24, paragraf 49; The Sunday Times v. United Kingdom, 26 Nisan 1979, Series A nob 30, paragraf 64; Case of Vogt v. Germany, 26 Eylül 1995 tarihli karar, paragraf 52.

[25] Sunday Times, 1979, paragraf 64.

[26] Handyside, paragraf, 48-50; The Sunday Times, pa­ragraf, 62; Vogt, paragraf 52-53. 

[27] 27 Nisan 1995 günlü Karar, Series A no. 314. Sözleşme'nin 10.maddesi ile ilgili olarak bkz. Rolv Ryssdal, "The Case Law of the European Court of Human Rights on the Freedom of Expression Guaranteed Under the European Convention on Human Rights", Xth Conference of the European Constitutional Courts (Budapest, 6-10 May 1996). 

[28] Case of United Communist Party Of Turkey And Others v. Turkey (133/1996/752/951), 30 January 1998.

[29] (20/1997/28 25 Mayıs 1998 günlü Mahkeme Kararı. Case of the Socialist Party and Others v. Turkey

804/1007)

[30] Sosyalist Parti kararı, paragraf 47.

[31] Sosyalist parti Kararı, paragraf 67.

[32] Bkz. (ÖZDEP) v. Turkey (Application No. 238850/94), 8 December 1999, paragraf, 42;44.

[33] Guidelines on Prohibition and Dissolutuion of Political Parties and Analogous Measures, Adopted by the Venice Commission at its 41st Plenary Session (Venice, 10-11 December, 1999). Internet’te bakınız: www.coe.fr./venice.

[34] Bkz. 14 Ağustos 1999 günlü 23786 sayılı Resmi Gazete.

[35] Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS Yayınları, İstanbul, 1994, s. 140.

[36] Bakır Çağlar, “Anayasa Yargısı’nın Güncelliği: ‘Yargıçlar Zamanı’”, Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara, 1998, s. 65.

[37] Bkz. 26 Temmuz 1995 günlü 22355 sayılı Resmi Gazete. Anayasa değişikliğine uygun Siyasi Partiler Yasasında yapılan değişiklik 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile mümkün olmuştur. Resmi Gazete, 14 Ağustos 1999, Sayı: 23786.

[38] Zühtü Arslan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasa Yargısı: Uyum Sorunu ve Öneriler”, Liberal Düşünce (Yaz 2000), s.103-115. “Hak eksenli” yaklaşim bu makalede açiklanmaktadir.

[39] Tanör, a.g.e., s.14.

[40] Gomien, a.g.e., s. 153.

 

 
(X) (Liberal Düşünce.1999. 22(03):3.)
Her hakkı saklıdır. Abchukuk ©2002- 2003