En iyi hukuk rehberi

Ana Sayfa | Ekonomi | Hukuk Programları | Hukuk-Haber | Hukuk-Mizah | Linkler | Makaleler
MAKALE

İNSAN HAKLARI VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Doç. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu
Kuruluş Etkinlikleri, 10 Aralık 1999, Saat 14.00, Ankara

"İnsan hakları sevgi çiçekleri arasında yeşerir, sivil toplumun özeniyle büyür."

İNSAN HAKLARI

İnsan hakları, insanın asırlar içinde önce düşünsel alanda, daha sonra, sırasıyla, anayasal belge ve bildirilerde, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde yer alan ve korunması gerektiği konusunda ortak kanıya dayanan değerler bütünüdür. İnsan hakları, insanın salt insan olmakla kazandığı haklardır. Bu haklar, temelde bireyin herkese karşı ileri sürebileceği yetkiler katoloğudur. Kişi, bu hakları doğumla hatta doğum öncesinde kazanır. İnsan hakları, devlet gücünü sınırlar; bireyi, devlet karşısında kimi hak ve yetkilere sahip süje durumuna sokar, obje olmaktan kurtarır. İnsan hakları, bireye, insan olarak sahip olduğu ortak değerlerin sömürü, baskı, şiddet, saldırı ve her türlü olumsuz dış etkiler karşısında korunmasını isteyebilmesi yetkisini verir, evrensel niteliklidir. İnsan hakları, insan ve doğa sevgisi temeline dayanır. Sevgi çiçeklerinin yeterince yeşermediği ve bireyselleşmenin gerçekleşmediği bir toplum kültürü, insan hakları için uygun bir zemin oluşturmaz.

İNSAN HAKLARI KAVRAMININ GELİŞİMİ

İnsan hakları, kavram olarak II. Dünya Savaşını takiben Birleşmiş Milletler'in kuruluşuyla birlikte söylenir olmasına karşın, kökeni, eski Yunanda Aristoteles'in, Stoa'cıların ve daha sonra Roma'lıların doğal hukuk (ius naturale) öğretisine dayanır. Aristoteles'e göre "doğaya göre haklı olan" her şey "yasalara göre haklı" değildi; insanların düşünce biçiminden bağımsız, her yerde aynı güçte geçerli bir doğal adalet vardı. Kition'lu Zenon'un kurucusu olduğu Stoa'cı görüşe göre ise, site (devlet) düzeni dışında ve üstünde us, yasa ve adalet vardır. Özgürlük, doğaya, akla ve aklın gerektirdiği etik değerlere uygun davranıştır. Erdem, doğayla uyum içinde yaşamaktır.1 Stoa'cı görüşe göre, bütün insanlar kardeştir. İnsanlar düşünme yeteneklerine sahip olduklarına göre Tanrıyı paylaşırlar.2 Stoacılar, us (logos) ile uyumlu eşitlikçi bir doğal hukuktan yanaydılar. Stoa'cı görüşe göre kişi, evrensel us'a uygun davranmakla, sitenin sınırlarından uzaklaşır, bir dünya vatandaşı (kozmopolites) durumuna gelir.3

Roma'da, yurttaşlar dışında, öteki kavimlere de kimi haklar tanıyan evrensel nitelikli hukuk (ius gentium) geçerli idi. Roma hukukçusu Ulpianus'a göre, doğal hukuk, Roma yurttaşı olsun ya da olmasın, doğanın, tüm insanlar için geçerli kıldığı yasalarla oluşur,4 bir eylemi yapma ya da yapmama konusunda evrensel ölçüt doğal yasadır. Ancak, Roma'da ve eski Yunan'da (Stoa'cılar hariç), kölelik doğal hukuk öğretisine aykırı düşmüyordu. O dönemde, doğal hukuk anlayışı içersinde, bugünkü insan haklarının temelini oluşturan ve bugünkü anlamda özgürlük ve eşitlik gibi kavramlara yer yoktu.

Doğal hukuka bağlı haklar ile liberal düşünce akımının öngördüğü özgürlükler arasındaki bağlantı, Ortaçağı takiben Rönesansla, aydınlanma döneminin düşünürleri tarafından kurulmuştur. İlk kez XVII. Yüzyıl düşünürü Hugo Grotius (1583 - 1645) hukukun akla ve doğaya uygun olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre, doğal hukuk nitelik, zaman ve yer açısından değişmez. Tanrı bile ona müdahele edemez.5 Tanrının olmadığı var sayılsa bile, doğal hukuk vardır.

Aynı Yüzyıl düşünürü Thomas Hobbes'a göre, doğal durumda insanın davranışlarını çıkar ve korkuları belirler, bu yüzden öteki insanlarla sürekli çatışma halindedir. İnsan insanın kurdudur (Homo homini lupus). Çözüm, insanları korku ve bir düzen içinde tutacak bir güç (Leviathan) oluşturulmasındadır. Bu güç her bireyin, öteki bireylere, seçilen bir kişinin (hükümdarın) ya da meclisin, herkesin barış ve güvence içinde yaşaması ve korunması için gerekli gördüğü her buyruğu yerine getireceğine söz vermesiyle yaratılır. Hükümdar (Leviathan), mutlak otorite sahibidir, sadece Tanrı'ya karşı sorumludur. Hükümdar, yetkilerini uyruklarından aldığına göre onlara karşı adaletsiz olamaz. Devlet otoritesi, kişilerin, aralarındaki sürekli savaş durumundan barışa geçiş için özgürlüklerinden ve haklarından vazgeçmeleriyle yaptıkları sözleşmeye dayanır. Devlet, bu sözleşmenin tarafı olmadığından bir sınırlandırmayla bağlı değildir. Ancak, Devlet ve herkes, hiç kimse tarafından değiştirilemeyen tanrısal nitelikli doğa yasasına (lex naturalis'e) tabidir. Hobbes'e göre doğa yasası, insanın kendi yaşamına zarar verecek her hangi bir şey yapmasını yasaklayan ve us yoluyla ortaya çıkan genel kural... "dır;6 İnsan, yaşamla kazandığı doğal hakka sahiptir. Doğal hak (jus naturale), "her insanın kendi doğasını, yani yaşamını korumak için kendi gücünü kullanma özgürlüğüdür.7 Hobbes'in öğretisinde, Leviathan içinde Tanrının yeri yoktur. Kilise, devletten ayrı bir kurum olarak varlığını devam ettirmelidir.

XVIII. Yüzyıl düşünürü John Locke, insanın bazı haklarının, sırf insan olmasından dolayı var olduğunu, toplumsal sözleşme öncesinde içinde yaşadığı doğal durumda da bu haklara sahip olduğunu ileri sürmekteydi. Locke, doğal durumu, "doğal hukuka uygun davranan özgür ve eşit insanların oluşturduğu bir toplum" biçiminde tanımlayarak Hobbes'un kötümserliğinden uzaklaşmıştır.8 Ona göre, insanlar, önceki yaşamlarında sahip oldukları yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, kişi dokunulmazlığı (keyfi tutuklanmama) gibi hakların, kendisini değil korunmasını, toplumsal yaşama geçişle devlete devretmişti, devlet koruma görevini yerine getirmezse, insanların karşı koyma (direnme) hakkı doğacaktı.9 Daha sonra Montesquieu, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler, bu görüşü desteklediler ve geliştirdiler.

Montesquieu, doğa yasalarının toplumsal yasalardan önce geldiğini, dinin ve devletin yasalarından üstün olduğunu ileri sürdü. Ona göre, özgürlük uygar yasaların izin verdiği her şeyi yapabilme hakkıdır.

Rousseau (1712 - 1778), görüşünü doğal yaşam varsayımına dayandırmıştır. Ona göre, doğal durumdaki insanlar arasında var olan eşitsizlik, insan aklının ve yeteneklerinin gelişmesi, teknik ilerleme, özel mülkiyet, zengin - yoksul karşıtlığı ile ortaya çıkmıştır. Bozulan düzeni tekrar sağlamak için insanlar üstün bir erk altında toplanmalı, doğal durumda sahip olduğu haklarını bireylerin istençlerinin toplamından ibaret olan üstün erke (genel iradeye) bir sözleşmeyle devretmelidirler. Genel irade, bölünmez, yanılmaz ve mutlaktır, bireylerin iradesinin toplamından oluşan halkın iradesidir. Yasa koyma yetkisi genel iradeye aittir.

Doğal haklar kavramına dayanan bu düşünürler, dinsel ve biçimsel dogmacılığa, sansüre ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına karşı çıktılar, toplumda farklı düşünce ve inanç karşısında hoşgörünün gerekliliğini savundular.

XVIII. ve XIX. yüzyılda doğal hukuk öğretisine karşı yapılan eleştiriler,10 doğal hak anlayışının giderek etkisin! yitirmesine neden olmuşsa da insanın kimi temel haklarının korunması gerektiği yönündeki görüş her dönemde geçerliğini devam ettirmiştir.

İNSAN HAKLARININ HUKUKSAL ALANDA GELİŞİMİ

İnsan hakları, yazılı belgelerde de, düşünsel alana koşut bir gelişim göstermiştir.

Anayasal belgeler, bildiriler; daha sonra, Anayasalar, uluslararası sözleşmeler, ulusal ve ulusalüstü kuruluşlar (organlar) ve yargı yerleri insan hakları oluşumunun hukuksal ve etik temelini oluşturmuştur.

Anayasal Belgeler ve Bildiriler

İnsan hakları; 1215 tarihli Büyük Özgürlük Fermanı (Magna Carta Libertatum)'da, XVII. Yüzyılda İngitere'de Haklar Dilekçesi (1628), kişinin hakim kararı olmaksızın tutuklanmasını yasaklıyan Habeas Corpus Act (1679) ve 1689 tarihli Haklar Bildirisi'nde (Bill Of Rights); Virginia Haklar Bildirisi (1776), Amerikan Bağımsızlık Bildirisi (1976) ile Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde yer aldı. Osmanlı'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu (1839), Islahat Fermanı bu tür belgelerdendir.

Bu anayasal belgelerin tümünde, insanın doğuştan sahip olduğu kabul edilen hak ve özgürlüklerin mutlak otorite karşısında korunması, devletin giremeyeceği alanın belirlenmesi amacı güdülmekteydi.

Anayasalar

İlk anayasalar aynı amaçla ortaya çıkmıştır. 1787 tarihli Amerikan Anayasası; 1791 (1789 Bildirisini anayasallaştırmıştır), 1793 ve 1795 tarihli ilk Fransız Anayasaları; 1791 Polonya ve XIX. Yüzyıl Anayasaları (1831 Belçika, 1848 Fransız, 1848 Almanya, 1848 İtalya, 1851 Prusya Anayasaları) ve daha sonraki anayasalar bu kapsam içindedir. İlk Anayasalar büyük oranda doğal hukuk ve liberal hukuk öğretilerinden esinlenmişlerdir. Ancak, XIX. Yüzyıl yarısında hissedilmeye başlanan işçi sınıfının ağırlığı anayasaları da etkilemeye başlamıştı. 1848 Fransız Anayasası, ilk kez,11 sosyal haklara da yer veriyordu. Bu Anayasada, aileye, çalışmaya, mülkiyet hakkına ve kamu düzenine dayalı bir toplumda, özgürlük, kardeşlik ve eşitlik yanında, çalışma hakkı, aile hakkı, özürlülerin, yaşlıların korunması vb. gibi bir dizi ekonomik ve sosyal hak yer almaktaydı.12 Bu anayasanın bir başka özelliği, ilk kez, işçi sınıfının ayak seslerinin duyulmasıdır.13 1948 Alman Reich Anayasası da sosyal haklar içermekteydi.

XIX. ve XX. Yüzyılda Marxist öğretinin yaygınlaşmasıyla anayasalar, negatif haklar yanında devlete görevler veren pozitif hakların da korunması işlevini üstlenmeye başlamışlardır.

Evrensel Sözleşmeler

Milletler Cemiyeti

l. Dünya Savaşını takiben 1919 Paris Barış Konferansi'nda kabul edilen ve Savaşı sona erdiren Versailles Barış Andlaşmasında yer alan Milletler Cemiyeti Misakı 1920'de yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Cemiyete üye devlet sıfatıyla 1932 yılında katılmıştır.14 Milletler Cemiyeti, insan hakları alanında önemli bir karar almamış olmasına karşın üye devletlerin bu yoldaki çalışmalarım desteklemiş ve daha sonraki bu yolda yapılacak çalışmalara esin kaynağı olmuştur. 1919 Paris Barış Konferansı ile Milletler Cemiyeti'ne bağlı bir örgüt olarak kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili alanda (iş saatleri, izin hakkı, sağlıklı ortamda çalışma hakkı, iş koşulları, iş gücü eğitimi ve kullanımı gibi konularda) önemli çalışmalar yapmaktadır. Bu kuruluş, Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla, 1946'da, bu örgüt bünyesinde yer aldı.15 Uluslararası Çalışma Örgütü, 1948 yılında, tüm çalışanlar ve işverenler açısından sendikalar kurma hakkını tanıyan "Sendika Özgürlüğü ve Sendika Hakkının Korunmasına ilişkin 87 Nolu Sözleşme"yi kabul etti. Bu Sözleşme, sendika kurma hakkı yanında, ayrıca, sendika kurmayla ilgili olarak "ayrım gözetmeme", "önceden izin almama" ve "sendika kurma ve üye olma serbestisi" ilkelerin! getirdi ve düzenledi.16

Birleşmiş Milletler

II. Dünya Savaşını takiben San Francisco'da 26.6.1945 günü Birleşmiş Milletler Şartı kabul edildi ve Türkiye de kurucu üyeler arasında yer aldı. Birleşmiş Milletler (BM)'in kurulmasıyla, Milletler Cemiyeti tarihe karıştı. BM Şartı'nın girişinde, "Birleşmiş Milletler Halkları, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inançlarını yinelemişlerdir" denilmektedir. BM içinde Ekonomik ve Sosyal Konsey'e bağlı olarak görev yapan İnsan Hakları Komisyonu, insan haklarıyla ilgili konularda çalışma sorumluluğunu yüklenmiştir. Komisyon, üye ülkelere temsilciler göndermeye ve olay mahallinde araştırmalar yapıp sonucu önerileriyle kamu oyuna açıklamaya yetkili kılınmıştır.

BM Genel Kurulu, "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi"ni 9.12.1948 günü;17 bir gün sonra, 10 Aralık 1948'de ise, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ni kabul etmiştir. Bu Bildiri, o tarihte düşünülen insan hakları kataloğunu büyük oranda içermekteydi ve uluslararası insan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bildiride, tüm halklar ve uluslar için geçerli insan haklarıyla ilgili ortak ölçütler getirilmiş, bireysel haklar yanında örgütsel, ekonomik ve kültürel haklar da kabul edilmiştir. Bildiri, hukuksal açıdan bağlayıcı olmasa da, etik yönden tüm uluslar için bağlayıcı ve yol gösterici niteliktedir, insan haklarıyla ilgili yapılan tüm çalışmalara ve daha sonraki anayasalara esin kaynağı olmuştur. BM 1966 yılı sonlarında, "Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Protokolleri" ile sosyal ve ekonomik hakları içeren "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi" olmak üzere iki önemli andlaşmayı kabul etti. Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Birleşmiş Milletlerde ilk kez sözleşmede öngörülen hakların ve özgürlüklerin uygulanmasını gözetmek ve taraf devletlerin uygulamalarını izlemek üzere İnsan Hakları Komitesi kurulmasını öngörmüştür. Bu komite, kişilerden ve devletlerden gelecek yakınmaları incelemeye yetkili kılınmıştır (m. 28). Böylece, insan hakları söz konusu olduğunda geleneksel ulusal egemenlik kavramı tartışılır duruma gelmiştir. Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Komitesinin kurulmasıyla insan haklarının korunması ve desteklenmesi yolunda önemli bir adım atmış oldu. BM, ayrıca, insan haklarıyla ilgili, soykırımın önlenmesi ve uygulayanların cezalandırılması, ırk ayrımcılığının önlenmesi,18 çalışma koşullarında ayrımcılığın kaldırılması, işkence ve kötü muamelenin yasaklanması,19 kadınlara yönelik ayrımcılığa son verilmesi,20 çocuk hakları21 gibi önemli konularda andlaşmalar kabul etti.

BM, ayrıca, insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçlarım işleyenlerin yargılanması fikrini pratiğe geçirecek önemli kararlar almıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, BM Şartı'na dayanarak verdiği 20.2.1993 günlü, 808 sayılı ve 25.5.1993 günlü, 827 sayılı kararlarla, "1991'den İtibaren Eski Yugoslavya Topraklarında İşlenen Ciddi Uluslararası İnsancıl Hukuk İhlallerinden Sorumlu Olan Kişilerin Yargılanması için Uluslararası Mahkeme" kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu Mahkeme eski Yugoslavya'da insan haklarına karşı suç (insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçları) işleyenleri yargılama yetkisiyle donatılmıştır.22 Mahkeme 1997'denberi görevini sürdürmektedir.

İkinci Mahkeme, BM Güvenlik Konseyi'nin, 8.11.1994 günlü ve 955 sayılı kararıyla, "Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi" adıyla kurulmuştur. Ruanda Mahkemesi'nin yargı yetkisini içeren suçlar, "insanlığa karşı işlenen suçlar" (Statü, m. 3), Cenevre Sözleşmesi'nin ağır ihlalleri (Cenevre Sözleşmesi, m. 3 ve Ek Protokol, m. 2), "soykırım suçu"dur (Statü, m. 2).23

Türkiye, işkenceye ve diğer zalimane, gayriinsanî veya küçültücü muamele veya cezaya karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ni, ihtirazı kayıtla 21.4.1988 günlü, 3441 sayılı Yasayla onaylanmasını uygun bulmuştur. Türkiye, 3.1.1976'da yürürlüğe giren 16.12.1966 tarihli Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ile aynı tarihte kabul edilen ve 23.3.1976'da yürürlüğe giren Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmelerini ve buna bağlı ihtiyari protokolü henüz onaylamamıştır.

Bölgesel Sözleşmeler

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Avrupa Konseyi'nin 1950 yılında kabul ettiği "insan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin Sözleşme (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ek protokollerle birlikte 1953 yılında yürürlüğe girdi. Daha çok kişinin negatif haklarına yer veren bu sözleşmeyi, sosyal ve ekonomik hakları içeren 1961 tarihli "Avrupa Sosyal Şartı" izledi. Avrupa insan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kuruluşunu öngörerek, Sözleşmeye uygunluk denetimine olanak tanıdı. Böylece devletten devlete ve bireyden devlete karşı başvuru yolları açıldı.

Denetim sistemi, 11 Mayıs 1994'te kabul edilen ve 1 Kasım 1998'de yürürlüğe giren 11 sayılı protokol ile yeniden yapılandırıldı. Tek ve sürekli bir mahkeme sistemi getiren bu protokol; 2, 3, 5, 8, 9 ve 10 sayılı protokollerin yerini aldı.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve eki protokolü 18.5.1954 tarihinde 6366 sayılı yasayla, öteki ek protokollerin de çoğunu (1., 2., 3., 4., 5., 8, 11) değişik zamanlarda onaylamıştır. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na kişisel başvuru hakkını ilk kez 22.1.1987 tarihinde 87/11439 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla kabul etmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı yetkisini de 25.9.1989 tarihinde tanımıştır.24

Türkiye, ayrıca 26.2.1988 tarihinde işkencenin ve Gayriinsani ya da Aşağılayıcı Ceza ve Muamelelerin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesini 3411 sayılı yasayla; Avrupa Sosyal Şartı'nı 14.10.1989 gününde onaylamak suretiyle Avrupa Devletlerine karşı, vatandaşlarına, Avrupa İnsan Hakları Standardını tanıma yükümlülüğü altına girmiştir.

Amerikan İnsan Hakları Bildirisi ve Sözleşmesi

Amerikan Devletleri Örgütü, Bogota'da toplanan "1948 IX. Pan-Amerikan Konferansi'nda, "Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisi"ni yayımladı. 1969'da Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi imzalandı, klasik ve sosyal fakları içeren bu metin 1978'de yürürlüğe girdi.

Afrika Halkları ve İnsan Hakları Sözleşmesi

Afrika Birliği Örgütü de, 1981 yılında Afrika Halkları ve İnsan Hakları Sozleşmesi'ni kabul etti. Bu Sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girmiştir.

Bağımsız Devletler Topluluğu İnsan Hakları

SSCB'nin dağılması üzerine bu Cumhuriyete dahil devletlerinin bir bölumünün oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu'na bağlı yedi devlet 1995 yılında "Bağımsız Devletler Topluluğu İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sozleşmesi"ni,25 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine koşut bir içerikle kabul etmişlerdir. Sözleşme, imzaya açılmış, ancak henüz yürürlüğe girmemiştir.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansı (AGlK)'na katılan 35 ülkenin (Türkiye dahil) 1975 yılında imzaladıkları Helsinki Nihai Senedinde, insani boyut (insan hakları), güvenlik ve ekonomik işbirliği boyutlarıyla birlikte ele alındı. İnsanı boyut, insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklerine saygıyı, demokrasinin ve demokratik kurumların güçlendirilmesini amaçlıyan alandır.26 Böylece AGİK, ülkelerin "egemen eşitliği", "sınırların değişmezliği" gibi ilkeler yanında "insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklere" saygı esasına dayalı bir andlaşma üzerine kuruldu. AGİK'le başlıyan süreçte birçok ülkede izleme toplantıları yapıldı. 1989 Viyana Konferansı'nda, üye devletlerin insani boyutla ilgili yükümlülüklerine uyup uymadıklarım denetleyecek, ağır ihlal durumlarında katılımı donduracak mekanizmaların oluşturulması kabul edildi. Bu bağlamda AGİT, koruyucu şemsıyesi altında, ulusal azınlık konularıyla ilgilenmek üzere "Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği"; insan hakları konularını incelemek ve araştırmak üzere "Demokratik Kurumlar ve insan Hakları Bürosu" kurdu. Ayrıca, Avrupa'daki çatışmaların önlenmesi amacıyla "Çatışmaların Önlenmesi, "Güvenlik ve işbirliği Forumu"; ekonomiyle ilgili konular için "ekonomik forum" oluşturuldu.27 Böylece AGİK, hemen her konuya el atmıştır.

AGİK süreci içersinde yer alan ve 1990 da Kopenhag'la yapılan insani boyut konferansında, adalet ilkeleri, insan hakları, demokratik değerler ve ulusal azınlıklar gibi konuları içeren bir belge kabul edildi. AGİK'in 19-21 Kasım 1990 Zirvesinde, Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Andlaşması (AKKA) (silahsızlanma andlaşması) ile insan hakları, demokrasi ve azınlık konularındaki görüşierini yenileyen Paris Şartı kabul edildi. Bu Şart'ta, "insan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunla garanti altına alınmışlardır. Bunların korunması ve geliştirilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir"28 denilmekteydi. Böylece AGİK, özellikle Kopenhag belgesiyle başlıyan süreçte insan hakları, ulusal azınlık hakları ve demokrasi alanındaki çalışmaları, yeniden yapılanmasının temel düşüncesini oluşturdu. AGİK, 1994 Budapeşte Zirvesi uygulama toplantısında değiştirilen adıyla AGİT, Avrupa'da çatışmaları önleyici ve çatışmalara son verici bir işlev yüklendi. Viyana Belgesi'yle kurulması kabul edilen "Çatışmaları Önleme Merkezi"ne, Bosna Savaşma son verici çalışmalar yapma görevi verildi.

Öte yandan, AGİT Budapeşte Toplantısında, insan hakları alanında etkinlikte bulunan sivil toplum örgütlerinin ülke temsilcileriyle yan yana oturmaları ve birlikte çalışmaları geleneği başlatıldı.29 AGİT'in 1999 İstanbul Toplantısında da insan haklarıyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının, bu arada Türk Sivil Toplum kuruluşlarının öne çıkması olgusu yaşandı. Bu toplantıda, insan haklarına saygı, temel özgürlüklerin ve demokrasinin korunması gereği yinelendi. Ayrıca, İstanbul Şartı'nda, düşünce özgürlüğü ve benzeri özgürlüklerin ihlalleri ile aşırı milliyetçilik güvenliğe yönelik tehditler olarak tanımlandı.30

AGİT Toplantılarında alınan kararların, görünürde yaptırım gücü bulunmamasına karşın psikolojik ve ülkelerin saygınlığını belirleyen tinsel yanı, devletleri bu kararlara uymaya zorlamaktadır.

Köleliğin ve Ölüm Cezasının Kaldırılması

Köleliğin kaldırılmasıyla ilgili olarak 1815 tarihli Viyana Kongresi'nde 9 ülke tarafından açıklanan Bildiriyle başlıyan süreçte yapılan ikili ya da çok taraflı sözleşmeleri insan haklarını koruyucu temel sözleşmeler arasında sayabiliriz.31 Magna Carta ve Virginia Haklar Bildirisinde ve daha sonra birçok sözleşmede yaşam hakkından söz edilmişse de ölüm cezasının barış zamanında yasaklanmasına ilişkin ilk uluslararası belge Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 numaralı Protokolüdür (1983). Ayrıca, Avrupa Parlamentosu'nun kabul ettiği "Temel Haklar ve Özgürlükler Bildirisi" 1989, m. 2; Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 1989 tarihli İkinci Seçmeli Protokolü (1989) da barış zamanında ölüm cezasını yasaklamaktadır.32

Türkiye köleliği yasaklayan Milletler Cemiyeti Meclisi'nin kabul ettiği Sözleşmeyi, 1933 yılında 2273 sayılı yasayla, BM'in kabul ettiği sözleşmeyi ise 1963 yılında 361 sayılı yasayla kabul etmesine karşın, idam cezasının yasaklanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 numaralı protokolünü henüz onaylamamıştır.

İNSAN HAKLARININ PRATİKTE GELİŞİMİ

Tarihsel süreçte insan haklarının gelişimi dört aşamada gerçekleşmiştir:

İlk aşama; İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinde gözlenen bireysel nitelikli klasik hak ve özgürlüklerin ortaya çıkışıdır. Bu dönemde kapitalizm ve burjuva görüşlerine uygun düşen ve korunması gerektiği düşünülen ilkeler, yasal eşitlik, kişi güvenliği, düşünce ve inanç özgürlüğü, siyasal ve mülkiyet hakları idi (birinci kuşak haklar). Bu haklar karşısında devletten beklenen, karışmama, bekçilik göreviyle yetinmekti.

İkinci aşama, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında sosyalist akımların da etkisiyle gelişen ekonomik, sosyal ve kültürel nitelikli hakların ortaya çıkışıdır (ikinci kuşak haklar). Bu aşamada, insanın özgür sayılması yeterli görülmüyordu; insan, pratikte de gerçekten özgür olmalıydı. İnsanın ekonomik ve sosyal yaşamının iyileştirilmesi, ona insanca bir yaşam sağlanabilmesi için, bu kez, devletin bir şeyler yapması, ekonomik ve sosyal yaşama müdahale etmesi isteniyordu. Böylece insan hakları katoloğunun sosyal haklarla genişlemesi, XX. Yüzyıl Anayasal belgelerinde sosyal hakların yer almasına ve anayasalarda sosyal devlet olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Üçüncü aşama haklar, XX. Yüzyılın ikinci yarısında dayanışma haklarının anayasalarda yer almaya başlamasıdır (üçüncü kuşak haklar).33 Bu haklar insanın, yaşadığı çevreyle barışık; doğal, sosyal, ekonomik ve kültürel bütünlük içinde olması ve bu denge içinde varlığını devam ettirmesi gereğine inanan görüşe dayanmaktadır. Böylece, ulusların, sosyal, kültürel, ekonomik kaynaklarını korumaya ve geleceklerini belirlemeye ilişkin barış hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı, tarihsel kalıntıları ait oldukları yerlerde görebilme hakkı, doğal kaynaklardan ekonomik biçimde yararlanma hakkı bu bölüme girmektedir. İnsan hakları katoloğu üçüncü kuşak haklarla genişlemiştir.

Bir dördüncü aşama ise, hükümetlerin sınırsız ve hesapsız iç ve dış borçlanmalarla, para basımı ve yüksek düzeyde enflasyonist uygulamalarla kişilerin ve yeni doğacak çocukların geleceklerini ipotek altına almasının insan haklarına aykırı düştüğü yönündeki görüşlerdir. Bu görüşe göre, insanın geleceğini kendi kararlarıyla belirleme hakkının mali anayasalarla korunması gerekir.34

İNSAN HAKLARININ KORUNMASI

İnsanın, sırf insan olması nedeniyle kimi haklara sahip olduğunu, devlete ve feodal bir yapıda insanın insanı sömürmesi esasına dayalı bir düzenden yararlananlara kabul ettirilebilmesi kolay olmamıştır. Bu dönem büyük uğraşlar ve savaşlarla geçmiştir. Düşünsel alanda gelişen ve oluşan "insan hakkı"nın, ulusal ve uluslararası düzeyde korunması ve yaşatılması için kullanılan ilk araç anayasal belgeler ve anayasalar olmuştur. Daha sonra Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler örgütleri tarafından kabul edilen uluslararası bildiriler ve sözleşmeler insan haklarının uluslararası alanda korunmasında etkili rol oynamışlardır. BM, kuruluşundan bugüne değin insan haklarının korunmasını, en önemli amaçları arasında kabul etmiştir. Genel Kurul'un 1948'de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, daha sonra kabul edilen insan haklarıyla ilgili bildirilere ve sözleşmelere temel oluşturmuştur. Ayrıca, bölgesel sözleşmeler insan haklarının korunması yönündeki uluslararası istenci güçlendirmiştir.

Günümüzde insan hakları, tüm devletlerce korunması gereken ortak değerlerdir. Çağdaş devlet, insan haklarına saygı duyan, insan haklarını koruyan devlettir.

İnsan haklarının uluslararası düzeyde korunması, devletlerin tek taraflı olarak ihlal edemeyecekleri uluslararası standartların saptanmasına bağlıdır. Avrupa insan hakları standardının sağlanmasında en önemli belge, BM İnsan Hakları Bildirisi esas alınarak düzenlenen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme) ve ek protokollerdir. Ayrıca AGİT'in, giderek ağırlık kazanmaya başlayan insan haklarını ve korunmasını ön plana çıkaran çalışmaları uluslararası insan hakları anlayışının gelişiminde ve korunmasında önem kazanmaktadır.

İnsan haklarının korunmasında, uluslararası sözleşmeler, ulusalüstü organlar, ulusal ve uluslararası kuruluşlar yanında anayasalar, anayasal belgeler ve uluslararası bildiriler önemli rol oynamaktadır.

İnsan haklarının korunması yönünde, özellikle XX. Asrın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni oluşum sivil toplum örgütleridir. Günümüzde sivil toplum örgütleri, insan haklarının korunmasında, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, AGİT gibi kuruluşlar içinde ya da yanında, kar amacı gütmeyen bağımsız nitelikleriyle, etkili bir biçimde çalışma olanağı bulmaktadırlar. Sivil toplum örgütleri bu çalışmalarını, kendileri doğrudan doğruya, ya da yukarıda sözü geçen kurullara danışmanlık yapmak ya da onlarla birlikte çalışmak suretiyle yürütmektedirler.

Sivil toplum örgütlerinin, insan hakları ihlallerini mahallinde, tarafsız ve bağımsız bir yaklaşımla inceleyebilmeleri etkinliklerini arttırmakta ve insan haklarıyla ilgili uluslararası kuralların yaşama geçirilmesin! kolaylaştırmaktadır.

İnsan hakları sadece yazılı hukuk belgeleriyle korunamaz. Bir toplumda, insan haklarının korunması, insan hakları temeline dayanan ulusal ve uluslararası hukukun varlığına ve insan haklarının korunması yönünde bilincin oluşumuna bağlıdır. İnsan haklarının uluslararası düzeyde korunması, özellikle, devletin kendi vatandaşları üzerinde mutlak ve üstün bir yetkiye sahip olduğu yönündeki dogmanın reddedilmesi, insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda "ülkenin iç işlerine karışmama" ilkesinin terkedilmesi anlamına gelir. Sivil toplum örgütleri bu bilincin oluşumunda ve uluslararası kuruluşlarla ülke içi yöneticiler arasında köprü oluşturmada etkinlikle işlev yüklenebilirler.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ (STÖ)

Sivil toplum örgütleri (non-governmental organisations), kişilerin, toplumsal farklılaşma temeline dayanarak, kamusal alanda bir ortak amacı gerçekleştirmek üzere meydana getirdikleri bağımsız, gönüllü kuruluşlardır.35 Bu kuruluşlar, bireylerin, dileklerini yönetime duyurmada, kamuyu ve yönetimi etkilemede duydukları güçlükleri aşmada; sorunlara kamu düzeni dışında çözüm üretmede etkili olabilecek demokratik araçlardır.

Kimilerine göre ise STÖ, devleti "bypass" eden ve kendi dış politikalarını uygulayan kuruluşlardır.36 Aynı görüşü savunanlar, STÖ'nin asıl işlevinin, devlet ve devlet dışı alanlar arasında uluslararası bağlar yaratmak37 olduğunu, uluslararası kuruluşlardan mali yardım almaları nedeniyle de sanıldığı gibi bağımsız sayılmayacaklarını38 söylemektedirler.

Bize göre STÖ, demokratik çoğulcu sistemde, çok sesliliğin ve siyasal kararların alınması sürecine katılabildiği oranda katılımcılığın ve bireyin örgütlü olarak sesini duyurabilmesinin en önemli uygulama araçlarından birisidir; örgütlenme özgürlüğünün kapsamına ve demokratik devlet anlayışının pratiğine göre toplumsal tabanı oluştururlar. Siyasal iktidarın dışında ve iktidara bağlı olmadan kurulan sivil toplum örgütleri, ulusal istencin oluşumunda ve kamu oyunun belirlenmesinde önemli rol oynayabilirler. Bir başka açıdan iktidar karşısında halkın nabzının atışını duyuran kuruluşlardır. STÖ, öncelikle, kişilerle toplum arasında, daha sonra, ülke ile uluslararası toplum arasında bağ kurarlar. Böylece, kişilerle ulusal ve uluslararası sosyal gruplar arasındaki bağların güçlenmesinde sağlam bir dayanak sağlarlar.39 STÖ, bireyle devlet arasındaki ilişkide de tampon görevini görürler, devletin birey üzerindeki baskısı arttıkça baskıya karşı direnç gösterirler, kişinin siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlar karşısında ezilmesini önlerler; tabandan gelen istekleri daha güçlü olarak yukarıya iletirler; halkın sesi, aynı zamanda halkın kulağı olurlar; siyasal karar mekanizmasında yer alarak, sorgulayarak, gerektiğinde iktidar üzerinde baskı kurarak, sorunların kamuya duyurulmasında ve kamuya mal edilmesinde rol alarak bireysel hakları savunurlar. Bu işlevlerini gerektiğinde, ulusal ve uluslararası öteki sivil toplum örgütleriyle dayanışma içinde gerçekleştirirler. Bu işlev, STÖ'nin insan hakları ihlallerinin önlenmesi yönündeki etkinliklerine uygun düşer. Dünyada, genelde gözlenen, küreselleşmeyle (globalleşmeyle) birlikte, özellikle 1970'li yılların başlangıcından itibaren STÖ'nin sayılarının artması ve güçlenmeleri; medeni ve siyasal hakları savunmada öteki örgütlerle birlikte yanyana hareket ederek güç birliği yapmaları olgusudur.

STÖ, temsil ettikleri grupların çıkarlarım, iktidarı ve siyasileri etkileme yoluyla kollama esasına dayalı baskı gruplarından amaçları açısından;40 öte yandan idare içinde yer almamaları, kişilerin, belirli ve ortak bir amacı gönüllü katılımlarla gerçekleştirebilmek için bir araya gelmeleri yönünden "bağımsız idari otoriteler"den ayrılırlar.

Sivil toplum örgütü sayılabilmenin belirgin ölçütleri, hukuksal bir statü içinde bulunmaları, kamusal bir alanda hizmet görmeleri, kamusal bir amacı gönüllü katılımla gerçekleştirmeye çalışmaları ve demokratik bir yapılanma ve işlerlik içinde bulunmalarıdır. Demokratik yapılanma, örgüt üyeliğinin statüye uyan ve statü koşullarını kabul eden herkese açık olmasını (gönüllü katılım), kurulların seçimle oluşmasını - güvensizlik durumunda yönetimin görevden uzaklaştırılabilmesini, üyenin örgütten dilediğinde ayrılabilme özgürlüğünün (ayrılma serbestisinin) bulunmasını gerektirir.41 Sivil toplum örgütlerinde, mesleksel çıkar sağlama amacı bulunsa da, kamusal ya da sosyal alanda çalışma ve hizmet görme düşüncesi ağır basar. STÖ, yerel, bölgesel ve ulusal alanda, kar amacı gütmeden insan hakları, eğitim, kültür, toplum kalkınması, çevre, iş, ilim ve insani yardım konularında ulusal sınırlar içersinde, aynı zamanda ulusal sınırları aşan boyutta çalışabilirler.42 Kamusal alanda hizmet gören dernekler, kamusal ya da toplumsal amaca yönelmiş vakıflar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları, vakıf üniversiteleri, kooperatifler, kültür ve sanat kurumları sivil toplum örgütleridir. Kamusal alan, STÖ açısından, genellik ve nesnellik esasına göre kamu hizmeti üretilen yerdir.

Dinsel cemaatlerin, tarikatların ya da dinsel derneklerin STÖ sayılıp sayılamıyacağı tartışılabilir. Dinsel amaçlı bir kuruluş, kişilerin iç dünyasına ve inançlarına hitap ettiği ve bu yönde hizmet verdiği sürece kişisel vicdan ve inanç alanında kalırlar, kamusal alanda çalıştıkları söylenemez.

Kamusal ya da özel alanda çalışma ayrımı, bağımsız kurumca, örneğin Danıştay idari dairelerinden biri tarafından belirlenebilir.

Öte yandan devletçe kurulmuş ya da bir kamu tüzel kişiliğine bağlı olarak çalışan kuruluşlar da bağımsız olmamaları nedeniyle STÖ sayılamazlar.

STÖ, özellikle yerel yönetimlerde, kamusal hizmetlerin görülmesinde işlev yüklenebilirler; yerel yönetimlerle siyasal, toplumsal ve ekonomik içerikli ortak projeler üretebilirler; sağlıklı bir çevrede yaşam ortamının sağlanmasında, ormanların oluşturulmasında, ağaçlandırma ve erozyonun önlenmesi işlerinde, kentlerin güzelleştirilmesinde çalışabilirler, sanatsal etkinliklerde bulunabilirler; imar planlarının yapılmasında, uygulanmasında ve denetiminde rol alabilirler, insan hakları disiplininin oluşumunda ve gelişiminde; insan hakları ve insan haklarının korunması konusunda uluslararası ve ulusal bilincin oluşumunda etkili olabilirler. STÖ, tabandaki katılımlarla yatay ve üst birlikler halinde dikey örgütlenmeye gidebildikçe ve proje üretim birimleri kurabildikçe başarılı olacaktır. STÖ'nin parasal destekleri, kamuya bağlı olmadan ulusal bir bankadan proje karşılığında sağlanabilmelidir. Çalışmaları demokratik ve herkese açık, saydam olmalıdır.

STÖ, ulusal felaket yaratan 17 Ağustos 1999 günü depreminde görüldüğü gibi, doğal afetlerde kurtarma ve yardım sağlama etkinliğinde bulunabilirler (AKUT örneği).

STÖ'nin demokratik bir başka etkinliği, yerel yönetimlerde siyasal alanda karar organlarına katılmak suretiyle gerçekleşebilir. STÖ bu yolla, demokratik çoğulculuk ve katılımcılık ilkesini yaşama geçirebilirler. Böylece STÖ bir yönüyle kamusal alanda hizmet üretirken; siyasal alanda da, vatandaşın yönetime demokratik katılım ve yönetimi etkileyebilme hakkını gerçekleştirebilmenin aracı olurlar. Sonuçta yerel siyasal etkinlik, örgütsel alanda siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla korporatif yerel meclislerin oluşumunda; bireysel alanda, kişilerin referandumlarda oy kullanmaları, yerel meclislere temsilci seçmeleri, kimi koşullarla temsilciyi azledebilmeleri, bu meclislerde izleyici olarak bulunabilmeleri, bilgilenmeyi işleyebilmeleri, soru sorma ve dilekçe verme haklarını kullanabilmeleri yollarıyla gerçekleşebilir.

Günümüzde, küreselleşen ve demokratik değerlere daha fazla önem veren bir dünyada, iktidarı piyasayla ve sivil toplumla paylaşan bir devlet ancak başarılı olabilir. Başarı için demokratikleşme, yönetimde sivilleşme; yönetimde ve sermaye piyasasında saydamlaşma (şeffaflaşma) gerekir.43

Habitat (Habitat for Humanity international "HFHI")

Habitat, insanların oturulabilir konut gereksinmelerini karşılamak üzere 1976 yılında Millard ve Linda Fuller tarafından kuruldu. Habitat, gönüllü işgücü, para ve malzeme bağışı yoluyla ve ev sahibi ülke ailelerinin (ortakların) yardımıyla basit ve uygun konutlar yapmaktadır. Habitat evleri ortak ailelere karsız, kredi faizsiz ve makul ödentilerle satılmaktadır.44 Yapılan binaların finansmanı, döner sermayeden, ev sahibi olmak isteyenlerin makul ödentilerinden, bağışlardan, faizsiz sağlanan kredilerden ve para kazanıcı fonlardan sağlanmaktadır. Fondaki paralar daha fazla konut yapımı için kullanılmaktadır. Habitat, kuruluşundan bugüne değin Amerika'da 50 ve 60'tan fazla öteki ülkede basit ancak amaca uygun evler inşa etmiştir.

Habitat, bir devlet kuruluşu değildir ve evlerin yapımında devlete ait fonları kabul etmez; ancak, devleti ve devlet kuruluşlarını, insanların sefil koşullardaki yerleşiminin giderilmesi konusundaki görevleri nedeniyle önemli bir ortak kabul eder. Habitat, hükümetlerin, inşaatların kimi aşamalarının gerçekleşmesi yönündeki yardımlarını iyi karşılar. Bu yardımlar arazi tahsisi, rehabilitasyon evleri, yol yapımı, elektirik havagazı gibi kamu hizmetleriyle ilgili altyapı çalışmalarını içerir.

Habitat, kısa sürede dünyanın en büyük sivil toplum örgütü görünümünü kazandı. Özellikle 1984 yılında Başkan Jimmy Carter ve eşinin, Habitat'ın New York şehri çalışması Projesine katılımı ve destekleri kuruluşun tanıtımım hızlandırdı ve katılımı inanılmaz boyutta arttırdı. Habitat, binlerce düşük gelirli ailenin, ödeme güçleriyle ev sahibi olabilmelerini sağlıyan umut oldu.45 Kiliseler, sivil toplumlar ve diğerleri bu dikkat çekici sosyal problemde (herkese makul konut uğraşında) başarıyla birleştiler.

İkinci Birleşmiş Milletler Yerleşim Konferansı (Habitat II), 3-14 Haziran 1996'da İstanbul'da 171 ülkeden 16400 kişinin katılımıyla gerçekleşti. Bu toplantıda, 500'ü Türkiye'den olmak üzere 1500 kuruluş Habitat II Konferansının parçası olarak sivil toplum örgütü forumuna katıldılar. Bu toplantıda, yerel yöneticiler, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve gençlik Habitat sürecinde bütünleşti.46

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN İNSAN HAKLARINI KORUMA İŞLEVLERİ

"Sivil toplum örgütleri, insan haklarının korunması için yapılan uğraşların demokratik araçlarıdır."

STÖ'nin en etkili olabilecekleri alan insan haklarıyla ilgili konulardır.

Devletle bağlantılı olmıyan, ulusal ve uluslararası alanda özgürce çalışabilen STÖ, özellikle, insan hakları konusunda eğitim, araştırma ve inceleme yapabilirler; insan hakları ihlallerine karşı çıkabilir, sorumlularının yargılanmasını sağlamaya çalışırlar; ayrıca insan haklarının tanımını ve kapsamını belirleyebilir; bu hakların korunmasının öneminin halk tarafından anlaşılması ve halkta insan hakları ve insan haklarının korunması bilincinin oluşumu konularında katkı sağlayabilirler. Bu kuruluşlar çalışmalarını, ulusal ve uluslararası benzeri kuruluşlarla dayanışma içinde ve birlikte yürütebildikleri oranda etkili olabilirler.

Kendilerini insan haklarını koruma amacına adamış STÖ'nin, bu amaç etrafında toplanmış kişilerden oluşan gönüllü kuruluşlar olmaları, görüşlerinde çıkar hesabının bulunmaması, insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak verdikleri raporları inandırıcı kılar. Ancak, insan haklarını koruma amacı güden örgütlerin başarılı olabilmeleri özgür ve bağımsız bir çalışma ve örgütlenme özgürlüklerinin bulunmasına, parasal durumlarına, toplumla, yöneticilerle ve resmi kuruluşlarla ve kitle iletişim organlarıyla kurabildikleri ilişkiye ve kendilerine gösterilen anlayışa bağlıdır. Ancak, insan hakları ve insan hakları ihlalleri konusunda çalışan STÖ'nin şansızlığı, genellikle, devletten, kitle iletişim araçlarından, ulusal kuruluşlardan ve çoğunlukla vatandaşlardan dahi yeterli destek ya da çalışmalarını kolaylaştıracak bir davranış görememeleridir. Bunun en önemli nedeni, insan haklarının evrensel nitelikli; insan hakları ihlallerinin ise ulusal görünümlü olması ikileminden kaynaklanmasıdır. Kendilerini insan hakları ve insan haklarının koruyuculuğuna adayan STÖ, genelde, ulus devlet ve milliyetçilik anlayışına ters düşerler. Çoğunlukla insan hakları ihlallerinin devlet tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle, sivil toplum örgütünün devleti kusurlandıran bir raporu ya da çalışması, ilgili kurum ya da devleti mutlu etmez. Örgüt, çok halde, kendisini devlet karşıtı bir yerde bulur. Örgütün, insan haklarının önemini anlatabilmeye ve kamu oyunu bilgilendirmeye dönük çalışmaları dahi kuşkuyla karşılanır. Toplum ve medya dahi, çoğunlukla konuya milliyetçi açıdan yaklaşır;47 insan haklarının korunması yönündeki çalışmalar ülkenin yurt dışına jurnal edilmesi biçiminde algılanır; çalışmayı yapan "sözde insan hakları savunucusu" suçlaması ile karşılaşır.

Gerçekte savunulan, her insanın, sırf insan olmasından dolayı sahip olması gereken haklardır, savunulan, insanlık onuru ve insanlığa duyulan saygıdır; savunulan öncelikle devlet karşısında zayıf durumdaki bireyin hakkıdır.

Öte yandan, bir çatışma ya da olay sırasında devlet güvenlik güçlerinden kimilerinin yaşamlarını kaybetmeleri ya da karşılaştıkları insanlık dışı durum karşısında onların ve geride kalan aile bireylerinin haklarının savunulması ve insan hakları ihlalinin olabildiğince giderilmeye çalışılması da, bu kuruluşların görev alanına girmelidir. Eylül sonu/1999 ceza evleri başkaldırmalarında İstanbul Baro Başkanının, Başsavcıyla birlikte ceza evlerini dolaşarak olayın barışçıl yatıştırılması yönünde çaba sarfetmeleri; Irak'ta PKK'nın eline düşen askerlerin yurda iadesi uğraşına bir milletvekili ile birlikte İnsan Hakları Derneği Başkanı ve kimi üyelerin katılması olumlu örneklerdir. Gerçi, devletin demokratik, barışçıl ve gerektiğinde uzlaşmacı olması gerektiğini anlamakta güçlük çekenler ve devleti olaylara sadece şiddetle yaklaşmanın ve çatışmanın aracı olarak görenler, "devlet teröristle pazarlık ya da anlaşma yapmaz" görüşüyle bu olayları eleştirmişlerdir.48 Olaylara sadece şiddetle gidilmesi gerektiğine inananlar, şiddetin şiddet ve nefret doğurduğunu, şiddetin aynı zamanda pek çok genç insanın yaşam hakkını kaybetmesi ya da kaybedeceği anlamına geldiğini genellikle akıllarına getirmezler. Bu kişiler, İngiltere'de Başbakan Tony Blair hükümetinin barış için IRA ile pazarlık ettiğini göz ardı ederler. Tony Blair, 28. Eylül 1999 günü, partisinin 100. Yıldönümünün kutlandığı Kurultayda, "Şiddete bağımlı olanlar, barışçıl yaklaşımı vatana ihanet görenler, Kuzey irlanda'nın geleceğini bunlar belirlemesin" derken, devletin uzlaşmacı yanını ve sorunları çözme amacını ortaya koymaktaydı.49

Konuya bu yönden bakıldığında, insan hakları ihlalinde taraf olmayan, konusunda uzmanlaşmış, yansız konumda bulunan ve olaylarda çıkarı bulunmayan sivil toplum örgütlerinin, şiddetin ve insan hakları ihlallerinin azalmasındaki etkinliği ve önemi anlaşılır. Bu bakış ulusçuluk anlayışıyla da bağdaşır. Çünkü ülkenin çıkarı, olayların dürüst ve doğru değerlendirilmesinde; ülkenin saygınlığı, insan hakları ihlallerinin giderek azalmasındadır. İnsan hakları konusunda çalışan gönüllü sivil toplum örgütleri, olanak sağlandığında, bu amaca ulaşmada en yararlı kuruluşlar olabilirler. Nitekim bunun en güzel örneği Türkiye'de 17 Ağustos Depreminde gözlendi. Bu olayda binlerce gönüllü, deprem bölgesine sivil toplum kuruluşları organizasyonları içinde yardıma koştu, sivil toplum kuruluşu olarak AKUT gönüllüleri, devletten önce kurtarma faaliyetine başlamıştı. Bir yazara göre bu durum, AKUT'un, sağ kalanları kurtarmak için enkazın altına devlet görevlilerinden önce girmesidir.50 Nitekim, Deprem sonrasında, 101 STÖ'nün, "Kamuoyuna" başlıklı ortak çağrılarında; "bu, çok farklı kesimlerin ortak akılda buluşmasıdır, devamı gelecek"51 demeleri, sevindirici ve umut vericidir. Sivil toplum örgütü olarak AKUT'un ve bir devlet kuruluşu olan sivil savunma kuruluşunun benzer olaylarda yurt dışındaki çalışmaları ülke açısından onur verici olmuştur.

Sivil toplum örgütlerinin resmi devlet kuruluşlarıyla bağlantılı olmamaları, insan hakları ihlallerinde yandaş konumda bulunmamaları, gönüllü çalışmaları, verdikleri raporları kamu oyu nezdinde etkili ve güvenilir kılmaktadır.

STÖ'nin insan hakları konusundaki çalışmaları ulusal ve uluslararası alanda olabilir. İnsan hakları konusunda uğraş veren uluslararası STÖ, raporlarını dünya kamuoyuna duyururlar, bir tür uluslararası baskı grubu rolünü oynarlar ve devletleri etkilerler. Olağanüstü durumlarda ülke dışından olay yerine yardım akışı daha kolay olur, dış örgütlerce bu yol daha güvenilir bulunabilir.

Yukarıdaki açıklamaların ışığında kendilerini insan haklarının gelişimine ve korumasına adamış STÖ'nin çalışmalarını üç boyutta toplayabiliriz:

Hukuksal ve Siyasal Boyut

İnsan haklarının hukuksal ve siyasal boyutu, insan hakkının iç hukukta ve düşüncede evrensel niteliğiyle kabulünün sağlanması; bireyin devlet karşısında korunması, ona işkence yapılmasının önlenmesi, Anayasaca ve bağlı olunan uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan kişi güvenliğinin ve özgürlüklerinin yaşama geçirilmesidir.

Sosyal ve Ekonomik Boyut

İnsan haklarının sosyal ve ekonomik boyutu, ezilen, saldırıya uğrayan, "bakire gelin isteriz"52 sözü üzerine kendini yakan kadınların, sokak çocuklarının haklarıdır; kimsesizlerin, küçük yaşta "eti senin kemiği benim" anlayışıyla üretim çarklarına kaptırılan çocukların, eğitim yapamayanların korunmasıdır ve köleliğin şu veya bu biçimde sürdürülmesine karşı çıkılmasıdır.

Yardım ve Yardımlaşma Boyutu

Üçüncü boyut, deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerde acı çeken, sefil olan kişilere yardım sağlamak, onların acılarını hafifletmektir. Hiçbir şey yapılamazsa dahi bölgeye gidilerek ve bizzat çalışılarak acıları paylaşmaktır.

STÖ'nin, insan haklarının halka mal edilebilmesi, toplumda çatışma yerine insan sevgisi ve dayanışma kültürünün oluşması yönündeki çabalarında başarılı olabilmeleri konuyu üç boyutuyla ele almalarına bağlıdır.

İnsan hakları başlıklı ya da insan haklarıyla ilgili konularda çalışan STÖ, hukuksal, siyasal, ekonomik ve sosyal alanda insan haklarıyla ilgili elverişli koşulları aşağıda sayılan etkinliklerle gerçekleştirmeye çalışırlar:

Hukuksal gelişim, tanıtım ve iletişim

Bu amaçla, insan haklarının korunmasıyla ilgili yasama ve yürütme organlannın yapacağı düzenleyici işlemlerin hazırlanmasında ve kabulünde etkili olurlar; insan haklarının önündeki engellerin kaldırılması için uğraşırlar; insan haklarını sınırlayan kuralların kabulüne ve uygulamaya konulmasına karşı tavır alırlar; insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerin hazırlanmasına katkıda bulunurlar ve onaylanması için çaba sarfederler. Ayrıca, konferanslar, seminer ve sempozyum, panel gibi bilimsel çalışmalarla ve yayınlarla insan hakları hukukunun tanıtımı ve gelişimi yolunda uğraşırlar. Böylece STÖ, insan haklarını daraltan ve sınırlayan hukuksal, siyasal, ekonomik ve sosyal engeller karşısında tavır alabilirler; insan haklarının tanıtımında, benimsenmesinde, gelişiminde, ulusal ve uluslararası alanda insan hakları standardının yükseltilmesinde etkin bir biçimde rol alabilirler, kendi aralarında iletişim kurabilirler, yardımlaşma sağlayabilirler.

Kamu oyununun desteğini sağlamak

STÖ insan haklarındaki temel sorunları topluma ulaştırmada yardımcı olurlar. Bu sorunların sorumlularını araştırırlar, topluma ve ilgili yerlere duyururular. Özellikle topluma ulaşmayan, basın ya da hükümetler tarafından sansür edilen ya da media tarafından yeterli reyting sağlamayacağı düşünülerek üzerinde durulmayan insan hakları ihlallerini, halka duyurmada ve topluma mal etmede ve karşı durma bilincinin oluşmasında etkili olabilirler. Bu arada insan hakları ihlalleri karşısında uluslararası kuruluşlarla iletişim kurarak, dayanışma içine girebilirler.

İnsan hakları eğitimi sağlamak

Bu kuruluşlar çeşitli yollarla insan hakları eğitimi sağlarlar. Bireye, öncelikle, sırf insan olması nedeniyle sahip olduğu hakkı anlatılmalı; daha sonra insan hakları ihlallerinde ulusal ve uluslararası başvuru yolları gösterilmelidir. İnsan hakları eğitimini kapsayan programlar, medyayla, eğitim kurumlarıyla ve olanaklı olduğu ölçüde kamu kuruluşlarıyla işbirliğini içermelidir.

İnsan hakları ihlalleri karşısında tavır almak

İnsan hakları ihlalerinin yapıldığı zamanlarda, STÖ'nin, özellikle insan haklarıyla ilgili olanların, yapabilecekleri birçok iş vardır. Bilgi toplama, yol gösterme, eylemli olarak tavır alma, ulusal ve uluslararası kuruluşları bilgilendirme ve işbirliğine gitme, hukukçular ve sağlık personeli aracılığıyla yardım sağlamak bu kapsam içinde düşünülebilir.

Araştırma ve inceleme

STÖ insan haklarıyla ilgili konularda, örneğin işkence, kötü muamele, sokak çocukları. uyuşturucu kullanımı, kadın hakları, çocuk hakları gibi konularda uluslararası düzeyde araştırma ve incelemeler yapabilirler ve yapılmış incelemelerden yararlanabilirler.

STÖ'nin bu etkinliklerde bulunabilmesi, doğal olarak, konuda uzmanlaşmayı ve örgütlenmeyi gerekli kılar.

ULUSLARARASI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ (USTÖ)

Herhangi bir devlete bağlı olmayan gönüllü uluslararası örgütler de insan haklarının korunmasında önemli rol oynarlar. Bu örgütler çalışmalarını ve yaptıkları insan haklarına aykırı düşen saptamaları kamuoyuna duyurmak suretiyle baskı grubu gibi çalışırlar. Uluslararası alanda insan haklarının korunmasıyla bağlantılı olarak çalışan en önemli sivil toplum örgütleri arasında, Merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty international),53] PEN kulüpleri,54 Cenevre'de Uluslararası Hukuk Komisyonu,55 Cenevre'de Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Örgütleri Birliği,56 Merkezi Viyana'da bulunan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Merkezi New York'ta bulunan ve temelde basın özgürlüğünü savunan Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) sayılabilir. Uluslararası Af Örgütü ve Uluslararası Hukuk Komisyonu, aynı zamanda, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi'nde danışman statüsüne sahiptirler.57

Öte yandan, Dünya Seksoloji Birliği (WAS), sivil toplum örgütü olarak, 1999 yılı Hong Kong Toplantısında, bireylere istediği kişiyle evlenme ve istediği kadar çocuk yapma ve doğum kontrol hakları tanınması yönünde tüm hükümetlere çağrı niteliğindeki "Cinsel Haklar Bildirgesi"ni kabul etmiştir.58

TÜRKİYE'DE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ AÇISINDAN ANAYASAL DURUM

1982 Anayasası, temel hak ve özgürlüklere ve özellikle, düşünceyi açıklama ve yayma, dernek kurma, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüklerine önemli kısıtlamalar getirdi; derneklere, vakıflara, sendikalara ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına siyasal amaç gütmeme, siyasal faaliyette bulunmama, siyasal partilere destek olmama, bu amaçla birlikte hareket etmeme yasağı öngördü (m. 33); siyasal partilerin yurt dışında örgütlenmeleri, kadın kolu, gençlik kolu benzeri kuruluşlar meydana getirmeleri önlendi, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasal partilerin temelli kapatılması esası getirildi (m. 69). 1982 Anayasası, siyasal partilerle sivil toplum örgütleri arasında olması gereken göbek bağını kesti, siyasal partilere katılımı tabanda daralttı.59

Dernekler yönünden "siyasi amaç gütme, siyasi faaliyette bulunma, siyasi partilerden destek görme ve onlara destek olma, öteki STÖ'yle ortak amaçlı hareket etme; siyasal partiler açısından ise yurt içinde ve yurt dışında örgütlenme" yasakları, Anayasada 1995 yılında 4121 sayılı yasayla yapılan değişiklikle kaldırılmıştır. Ancak, Anayasada, STÖ'ne bırakılan özgür alan, hala yasaklı ve kısıtlıdır. Siyasi Partiler Yasasında Anayasaya uygun değişiklik birkaç ay önce yapılmıştır.

Anayasanın, dernek kurma özgürlüğüyle ilgili, 4121 sayılı yasayla değişik 33. maddesine göre, "herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir. Dernek kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen yetkili mercie verilmesi yeterlidir... Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz." Madde, ayrıca, dernek kurma özgürlüğünün kullanılmasında uygulanacak biçim, koşul ve usullerin yasayla gösterilmesini öngörmüştür. Dernekler, yasanın öngördüğü hallerde yargıç kararıyla kapatılabilecek ya da faaliyetten alıkonulabileceklerdir. Ayrıca, Anayasada sayılı hallerde, gecikmede sakınca varsa, yasayla yetkilendirilen yönetsel makam derneği faaliyetten men edebilecektir. Bu merciin kararı 24 saat içinde hakimin onayına sunulacak, hakim kararını 48 saat içinde açıklayacaktır; aksi halde bu karar yürürlükten kalkacaktır. Dernek kurma hakkıyla ilgili olarak, Silahlı Kuvvetler mensuplarına, kolluk kuvvetlerine ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde devlet memurlarına yasayla sınırlama getirilebilecektir (m. 33). Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanacaktır.

Anayasaya göre, sendikalar, siyasî grev ve lokavt, dayanışma grevi ya da lokavtı yapamazlar (m. 54). Toplu iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı yasayla düzenlenecektir (m. 53).

Öte yandan, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları amaçları dışında faaliyette bulunamazlar (m. 135). Amaçları dışında faaliyet gösteren kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, yasanın belirlediği makamın veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir, yerlerine yenileri seçilir. Ancak, Anayasada sayılan nedenlerin gerektirdiği durumlarda, gecikmede sakınca varsa, meslek kuruluşu ya da üst kuruluş, yasanın yetkilendirdiği yönetsel makamca faaliyetten men edilebilir. Bu makamın kararı 24 saat içinde yargıcın onayına sunulur; yargıç kararını 48 saat içinde açıklar, aksi halde yönetsel karar kendiliğinden yürürlükten kalkar (m.135).

Ayrıca, Anayasada, dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına getirilen bir başka ortak yasak, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla ilgili 34. maddenin son fıkrasındadır. Bu hükme göre, dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyemeyeceklerdir. Bu kural, Anayasada bu kuruluşlar için öngörülen, "siyasi amaç gütmeme, siyasi faaliyette bulunmama" yasağının 1995 yılında kaldırılmasını, pratikte, büyük oranda etkisiz kılmaktadır. Çünkü, siyasal amaç gütme ve siyasal etkinliklerde bulunma, ancak, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilme hakkının kullanılması ile bütünlük ve anlam kazanır. Maddeye göre, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak biçim, koşul ve usuller yasaya bırakılmıştır. Yasanın gösterdiği yetkili merci, Anayasada sayılan hallerde toplantı ve gösteri yürüyüşünü yasaklayabilir ya da iki ayı geçmemek üzere erteleyebilir. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ise, 12 Eylül döneminde çıkarılmıştır ve bu nedenle Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyecek türdendir.

1982 Anayasası, 1995'te yapılan değişikliğe karşın bireyler ve STÖ özgürlükleri yönünden, hala mayınlı alan gibidir. Anayasada 1995 yılında yapılan değişiklikle, bir yandan sivil toplum örgütlerinin siyasal amaç gütme ve siyasal faaliyette bulunma yasağı kaldırılırken; öte yandan siyasal faaliyetlerin uygulama araçları olan toplantı ve gösteriş yürüyüşü düzenleme; siyasal ve dayanışma amaçlı grev ve lokavt yapma, işi yavaşlatma, verimi düşürme; amaç dışı faaliyette bulunma yasakları saklı tutulmuştur. Ayrıca, bu kuruluşlar (sendikalar hariç), Anayasada sayılan hallerde, "gecikmede sakınca varsa" yasayla belirlenen bir "yönetsel merci" tarafından üç güne kadar varan bir süre için faaliyetten alıkonulabilecektir (m. 33, 135). Anayasada 1995 tarihinde 4121 sayılı yasayla yapılan değişikliğe karşın, hala, demokratik bir toplumda bulunması gereken yönetime karşı tepki verebilme kanalları büyük oranda tıkalıdır. STÖ'ne, 1982 Anayasası karşısında düşen en önemli işlev, bu kanalların açılması ve katılımcı demokrasi araçlarına işlerlik kazandırılması ve Anayasada, demokratik yollarla gerekli değişikliklerin yapılması yönünde uğraş verilmesidir.

İNSAN HAKLARI AÇISINDAN TÜRKİYE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ

Türkiye'de, insan hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütleri, dernek ya da vakıf biçiminde yapılanmışlardır. Benzer amaçlar güden kuruluşumuz, "Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK)" adıyla, "vakıf" tüzelkişiliğinde çok yeni bir tarihte kurulmuştur. Başarı dileklerimizi bu vesileyle sunmak isteriz.

Türkiye'de, İnsan Hakları Derneği'nin ve insan haklarıyla ilgili konularda çalışan öteki derneklerin, büyük oranda yöneticilerinin fedakarlıklarına dayanan çalışmalarının fazla başarılı olduğunu söylenemez. Bunun nedenlerini şu başlıklarda toplayabiliriz:

  • Anayasa ile 12 Eylül döneminde çıkarılan ve Anayasanın Geçici 15. maddesi nedeniyle Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen Dernekler Yasası, Sendikalar Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları yasalarının getirdiği sınırlar, STÖ nin çalışma alanlarını daraltmaktadır.
    Dernekler Yasası, 6.10.1983 tarihlidir, düzenlemeden çok yasak getirmiştir (m. 4-7, 56). Bu yasaya göre, derneklerin çalışmalarının tüzüklerinde gösterilen amaca uygun olup olmadığı, defter ve hesaplarının denetimi, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulacak Denetleme Grubunca yapılacaktır (m. 46), kolluk kuvvetleri, derneklerin yönetim yerleri, müesseseleri ve tesisleri ile her çeşit eklentilerine, yargıç kararı aranmaksızın, en büyük mülkî amirin emriyle girebilecektir (m. 48), derneklerin kimi koşullarla kendiliğinden dağılma halinin saptanması dernek merkezinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirinin kararıyla olacaktır (m. 51), dernekler yasada yazılı hallerde valilikçe faaliyetten alıkonulabilecektir (m. 54).
  • İkinci neden, Türkiye'de insan hakları ve insan haklarının korunması hakkındaki bilincin yeterince oluşmaması; insan haklarının, uluslararası toplumda tüm uygar ülkelerce ortak değer olarak kabul edildiğinin anlaşılamamasıdır. İnsan hakları, kimilerine göre fantazidir, kimilerine göre ise, "sözde insan haklarıdır; insan hakları konusunda karşılıksız uğraş verenler de "sözde insan hakları savunucuları"dır. Gerçekte, insan hakkı, her insan için, hatta iktidarı ellerinde tutanlar açısından dahi dayanılacak bir güvencedir. Öte yandan, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanının, 17 Ağustos sonrasında basın geçen demecinde," Deprem sonrası kamu sektörüyle yardım kuruluşları arasında işbirliği konusunda zorluklar yaşandı. Hesaplara el konuldu, bizim aracılığımızla yardım yapmak isteyen yabancı kuruluşların önü kesilmiş oldu"60 demesi; aynı günlerde, Sivil Koordinasyon Merkezi Sözcüsünün de, "Bu depremde halka hizmet vermekten çok kendi varlığını korumak isteyen, sivil kuruluşları tehlike olarak gören bir devlet ortaya çıktı" biçiminde benzer görüş belirtmesi, kamu kesiminin STÖ'ne kuşkulu bakış açışım göstermektedir.

Türkiye'de, insan haklarının önemi ve korunması konusunda oluşan bilincin yeterli olmamasında, bireye değil, devlete öncelik tanıyan, devletin korunması gerektiği inancını öne çıkaran geleneksel anlayışın; Anayasada, "insan haklarına dayanan" yerine "insan haklarına saygı duyan" sözcüklerini kullanan görüşün ve konuya milliyetçilik gözlükleri ile bakılmasının etkili olduğu düşünülebilir. Ancak, esas neden, demokratik yönetimin fazla önemsenmemesi ve özümsenmemesidir.

Bir başka talihsizlik insan haklarının, devlete ve devlet otoritelerine karşı ileri sürülebilecek bir haklar olmasındadır. İnsan haklarının, devlete karşı ileri sürülebilmesi ve evrensel niteliği nedeniyle başka ülkelerin ya da kuruluşların olaya karışmasına olanak tanıması, insan hakkını savunmayı amaç edinen STÖ'ni antipatik kılmaktadır. Konuya milliyetçilik açısından bakıldığında, bu kuruluşların suçlandıkları ve ulusalüstü organların müdahelesinin reddedildiği gözlenmektedir.

Öte yandan konuyla ilgili STÖ'nin de, görevlerini, insan hakkının sadece devlet karşısında savunulması gerektiği yönünde algılamaları, örneğin, terör kurbanları karşısında aynı duyarlığı göstermemeleri karşı eleştiriyi arttırmaktadır. Suçlunun "insan hakkı" yanında, "kurbanın hakkı" görüşünün karşı tez olarak atılmasına neden olmaktadır.

SONUÇ

1982 Anayasasının öngördüğü siyaset anlayışı, siyasi partilerin resmi devlet ideolojisinin sınırlarını çizdiği alanda Anayasa ve yasalar çerçevesinde siyaset yapmaları ve iktidarı elde etmek için kendilerine tanınan göreli serbestlik içinde etkinlik göstermeleri esasına dayanmaktadır. Bu anlayış, sivil toplum örgütlerine temelde amaçları doğrultusunda sınırlı bir etkinlik alanı bırakmaktadır. 1982 Anayasası, sivil toplum örgütlerinin, siyasetin dışında kalmasını yeğlediği izlenimini vermektedir. Gerçekte sivil toplum örgütlerinin siyasetten uzak tutulması çağdaş çoğulcu demokrasinin gerekleriyle bağdaşmamaktadır. Sivil toplum örgütlerinin insan haklarını koruyucu işlevini yerine getirebilmeleri, büyük oranda, çağdaş ve demokratik bir toplumun varlığına bağlıdır. Anayasanın öngördüğü, "çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma" (Anayasa Başlangıç); "Türk Toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma" (Anayasa, m. 174) amacı, sivil toplum örgütlerinin özgür bir ortamda çalışmalarıyla gerçekleşebilir. Sivil toplum örgütleri kendilerine bırakılan özgür ortamda sorunlara çözüm üreten kuruluşlar durumuna dönüşebilmelidir.

Sivil toplum örgütleri insan hakları ihlallerini denetlemek, saptamak, ulusal ve uluslararası düzeyde kamu oyunu bilgilendirmek, insan hakları ihlal edilen kişilerin ulusal ve uluslararası organlara başvurusunda yardımcı olmak konularında etkili işlev yüklenebilirler. Ayrıca, insan haklarıyla ilgili gerekli inceleme, yayın, duyuru yapabilirler, ulusal ve uluslararası düzeyde toplumsal ve bilimsel toplantılar düzenleyebilirler ve böylece kamunun, insan hakları konusunda duyarlığım ve ulusal bilincin gelişimini sağlayabilirler, insan haklarıyla ilgili çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin uluslararası örgütlerle iletişim ve birlikteliklerinin gerçekleştirilmesi etkinliklerini arttırır.

İnsanın, sırf insan olması nedeniyle bir takım haklara sahip olması gerektiği; insan hakkına sahip olmanın her insanın ortak güvencesi olduğu; insan haklarını korumak için uğraş vermenin insanlık onurunun gereği bulunduğu ve evrensel nitelik taşıdığı; insan hakkının milliyetçiliğin dar kalıpları içinde tutulamayacağı herkesçe anlaşılmalıdır.

1 Meydan Larousse, Sabah Gazetesi Dağıtımı, Cilt (C) 18, s. 304.

2 Leslie Lipson, Politika Biliminin Temel Sorunları (Çev: Tunçer Karamustafaoğlu), AÜHF Yayını, Ankara, 1978, s. 141.

3 Mehmet Ali Ağaoğullan, Eski Yunan'da Siyaset Felsefesi, Verso Yayını, Ankara 1989, s. 293.

4 AnaBritannica, Hürriyet Dağıtımı, C. 16, s. 368.

5 Mehmet Semih Gemalmaz, İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Beta Yayını, İstanbul, 1997, s. 28.

6 AnaBritannica, C. 10, s. 237.

7 a.y.

8 AnaBritannica, C. 10, s. 237.

9 AnaBritannica, C. 21, s. 54-55.

10 Edmund Burk ve David Hume, doğal hakların kabulüyle toplumsal düzenin bozulacağı; John Stuart Mill, hakların yarar temeline dayandırılması gerektiği; Marksistler de, hakların kişiye değil topluma ait olduğu görüşleriyle insan haklarına karşı çıkmışlardır.

11 Her ne kadar pratiğe geçmemiş ve çok sınırlı da olsa, gerçekte daha önce, 1793 Fransız Anayasasında da, ilk kez, kimi sosyal haklara yer verilmişti.

12 Mehmet Semih Gemalmaz, a.g.e., s. 73.

13 Bkz. Bülent Tanör, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, May Yayını, İstanbul, 1978, s. 158.

14 Fazla bilgi için bkz. Seha Meray, Devletler Hukukuna Giriş, 3. Bası, C. 1, SBF Yayını, Ankara, 1968, s. 57-62.

15 Türkiye, 1932'de, Milletler Cemiyeti'ne katılmasıyla ILO'nun doğal üyesi oldu; 1989'da "İş ve Meslek Bakımından Ayrım Yapılmaması Hakkında 111 Sayılı Sözleşme"ye aykırı davrandığı gerekçesiyle "özel paragrafta" yer aldı; 1992'de 87 sayılı sözleşme ile "Kamu Hizmetlerinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve istihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 Sayılı Sözleşme"nin TBMM'nce 3847 sayılı yasa ile onanması üzerine kara liste olarak değerlendirilen "özel paragraftan" çıkarıldı.

16 Fazla bilgi için bkz. Mesut Gülmez, Sendikal Hakların Uluslararası Kuralları ve Türkiye, TODAlE Yayını, Ankara, 1988, s.151-220.

17 Bu sözleşmenin birinci maddesine göre, savaş ya da barış zamanında yapılan soykırım uluslararası suçtur. Türkiye bu sözleşmeyi 1950 yılında 5630 sayılı yasayla onaylamıştır (RG, 23.3.1950, Sayı: 7469).

18 Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Hakkında. Uluslararası Sözleşme; BM Genel Kurulunca 21.12.1965 günü kabul edilmiş, 4.1.1969 günü yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Sözleşmeyi 1972 yılında imzalamakla beraber henüz onaylamamıştır. Bkz. Yekta Güngör Özden - H. Bülent Serim (Derl.), İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklerine İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Bu Sözleşmelere Yer Veren Anayasa Mahkemesi Kararları, AYM Yayını, Ankara, 1997, s. 55.

19 İşkence ve Diğer Zalimane; İnsanlık dışı ya da Küçültücü Muamele ya da Cezaya Karşı BM Sözleşmesi, Türkiye tarafından 21.4.1988 günlü ve 3441 sayılı Yasa ile, ihtirazi kayıtla onaylanması uygun bulunmuştur.

20 Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi; 3.9.1981 günü yürürlüğe girmiştir, Türkiye bu Sözleşmenin onanmasını 11.6.1985 günlü ve 3232 sayılı yasayla uygun bulmuştur.

21 Çocuk Hakları Sözleşmesi, BM Genel Kurulunca 20.11.1989 günü kabul edilmiş, 2.9.1990'da yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Sözleşmenin onanmasını 9.12.1994 günlü ve 4058 sayılı yasayla uygun bulmuştur.

22 Human Rights Law Journal (HRLJ), 30 Haziran 1993, C. 14, No 5-6, s. 197-210 ve 211-214.

23 Fazla bilgi için bkz. Mehmet Semih Gemalmaz, a.g.e., s. 242-245.

24 Avrupa insan Hakları Komisyonu, Dr. Kypros Chrysostomides ve arkadaşlarının açtığı davada, Türk Hükümetinin 28.1.1987 tarihli beyanında yaptığı açıklamaları öncelikle tartışmış ve bunların "çekince" niteiğinde bulunmadığı sonucuna varmıştır (HRL, 1991, Vol. 12, No. 3, s. 119-123).

25 Bkz. Council of Europe, Human Rights, Information Sheet, No. 37, July- December 1995.

26 Duygu-Sezer Bazoğlu, "İstanbul Zirvesi Kafkasya Gölgesinde", Milliyet, 16.11.1999.

27 Bkz. Güngör Uras, Milliyet, 17.12.1999.

28 Yeni Bir Avrupa İçin Paris Yasası, Ankara, Aralık 1990.

29 İhsan Dağı, "İnsan Hakları İhlalleri Barışı Tehlikeye Atar", Milliyet, 25.11.1999, s. 20.

30 Güven Özalp, "Binyılın İlk Belgeleri", Milliyet, 20.11.1999.

31 Berlin Batı Afrika Konferansı sonucunda imzalanan Kongo'da köleliğin kaldırılmasına ilişkin Berlin Genel Andlaşması (1885); Afrika'da Köle Ticaretinin Yasaklanmasına İlişkin Brüksel Konferansı Genel Andlaşması (1890); Kölelik ve Köle Ticaretinin Yasaklanmasına İlişkin Saint German Barış Andlaşması (1919), m. 11; Milletler Cemiyeti Meclisi tarafından kabul edilen "Köleliğe Karşı Sözleşme" (1926); BM tarafından kabul edilen Köleliğe Karşı Sözleşmede Değişiklik Yapan Protokol ve Eki (1953); "Köleliğin, Köle Ticaretinin ve Köleliğe Benzer Kurumların ve Uygulamaların Kaldırılması Hakkında Ek Sözleşme" (Türkiye bu Sözleşmenin onaylanmasını, 27.12.1963 günlü ve 361 sayılı yasa ile uygun bulmuştur; RG, 6.1.1964, Sayı: 11599 ve 4.4.1964, Sayı:11674).

32 Fazla bilgi için bkz. Mehmet Semih Gemalmaz, a.g.e., s. 197-220.

33 Fazla bilgi için bkz. İbrahim Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku, 4. Baskı, Afa Yayını, İstanbul, 1998, s. 295-306.

34 Amerika'da James Buchanan, Brennan, F.A. Hayek ve Friedman; Türkiye'de Vural Savaş tarafından savunulan görüş.

35 Bkz. Alper Yılmaz Dede, Yeni Türkiye, Mayıs- Haziran 1998, Sayı: 21, s. 470.

36 Yasemin Özdek, "Globalizmin ideolojik Hegemonyası: Yanılsamalar", Amme İdaresi Dergisi, Eylül 1999, s. 43, Anthony McGrew, The Transformation of Democracy, Polity Press,1997, s. 17'den alıntı.

37 Yasemin Özdek, a.g.m., s. 45.

38 a.k., Michael Edvvards and David Hulme, "Too Close for Comfort? The impact of Official Aid on Non-governmental Organizations", World Development, Vol 24/6, 1996, s. 962'den alıntı.

39 Diego Garcia-Sayan, "The Role of Non-Governmental Organizations", Bulletin of Human Rights, 90/1, United Nations, New York, 1991.

40 Bkz. İbrahim Kaboğlu, a.g.e., s. 238. USA'da çok etkin olan lobiler, baskı grubu içinde yer almasına karşın sivil toplum örgütü sayılmazlar.

41 İbrahim Kaboğlu, a.g.e., s. 221.

42 Avrupa Konseyi, Europe through its Associations.

43 Bkz. Jacobs Scott, aktaran Şahin Alpay, "Globalleşme Bir Fırsat", Milliyet, 13.11.1999.

44 http://www. Habitat. org/hovv/factsheet.html.

45 The History of Habitat, http://www.habitat.org/now/historytext.html.

46 News About Past Conferences, http://www.ins.itu.edu.tr.eaee/vi5ni/habitat.html

47 Emin Çölaşan, bir güvenlik görevlisinin şehit elması olayında yazdığı "Şehit Ablası Yazıyor" başlıklı yazıda, "ne acıdır ve ne utanç vericidir ki, bir ülkede on binlerce insanın can vermesine neden olan terör olaylarının ve teröristlerin savunucusu, bu tırnak içinde "insan hakları" savunucularıdır" diyebilmektedir (Hürriyet, 24.7.1999).

48 Hürriyet, 2.19.1999.

49 Zafer Arapkirli, Tony Blair'in konuşmasından tercüme, Entellektüel Bakış, Milliyet, 2.10.1999.

50 Celal Başlangıç, "Artık Türkiye'nin de Sivilleri Var", Radikal, 4.9.1999.

51 Gazeteler. 2.9.1999.

52 "Çakmağı Çaktığı An", Hürriyet, 25.6.1999; "Tecavüzün Yıktığı Evlilik", Hürriyet, 17.6.1999; "Dedikodu, Yaşam Koşulları, Evde Kalmalar ve Ekonomik Sorunlarla İntihar Eden Kadınlar: Kiraz'da İntihar Kurdu", Milliyet, 17.6.1999.

53 Merkezi Londra'da bulunan ve kamuoyunu insan hakları ihlalleri konusunda bilgilendirmeyi amaçlıyan, özellikle anlatım ve vicdan özgürlüğü ihlalleri, rejim karşrtlarının tutuklanması ve işkence görmeleri konularında duyarlı uluslararası örgüt, kuruluşu 1961.

54 Uluslararası Yazarlar (PEN) Kulübü (kuruluşu 1921, Londra); ırk, din ya da siyasal sistem ayrımı yapmadan baskı altında tutulan tüm yazarların anlatım özgürlüğüne kavuşmaları için uğraş ve edebiyat ödülleri verir. Türk Pen Kulübü, 1951'de İstanbul'da kuruldu, 1981'de kapatıldı, 1988'de yeniden kuruldu.

55 BM'e bağlı olarak 1949'da kuruldu. Amacı, Dünyadaki başlıca uygarlıkları ve hukuk düzenlerini temsil etmektir, insan haklarının korunmasıyla da yakından ilgilenir.

56 Uluslararası Kızılhaç Örgütü (kuruluşu 1864, Cenevre), başlangıçta savaş kurbanlarına yardım amacını gütmekte iken, sonraları insanlığın felaketlerden korunması ve yaraların sarılması görevini üstlenmiştir. Aynı biçimde ve aynı amaçla çalışan uluslararası Kızılay Örgütü ile 1986 Birlik oluşturmuşlardır.

57 AnaBritannica, C. 30, s. 425.

58 Hürriyet, 28.8.1999.

59 Bakır Çağlar, "Parlamenter Patoloji Yaşıyoruz", Milliyet, 25.12.1998.

60 Türkan Saylan, Milliyet, 3.9.1999, s.12.

 
(X) (TİHAK'tan alınmıştır.)
Her hakkı saklıdır. Abchukuk ©2002- 2003